Partimiz, öyle anlaşılıyor ki, Kürt meselesinde daha önce kamuoyuna açıkladığı görüşlerini güncelleme ihtiyacında olduğunu görmüştür.
Peki, soldan sağa herkesin kafa yorduğu bu “mesele”de neden elle tutulur bir ilerleme sağlanamadı?
Bunun için yakın tarihimize ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş günlerine yakından bakmakta yarar var.
Türkiye’nin Kürt meselesi, Ermeni meselesiyle içiçedir.
Ermeni meselesini doğru bir çerçeveye oturtamazsak Kürt meselesinde bir milim bile ilerleyemeyiz.
Hatta sıralama yaparsak Ermeni meselesi önceliklidir.
Neden?
Anadolu coğrafyasında geriye doğru gidersek egemen olan devlet yapıları, Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu ve yaygın deyimiyle Bizans, tarihi anlamıyla Doğu Roma İmparatorluğudur.
Doğu Roma’dan Ankara’ya evrilen süreçte Anadolu’nun Ermeni halkı hep devlet yönetimlerine yakın bir tavır içinde olmuşlardır.
Osmanlı’nın parçalanma sürecinde Ermenilerin bir bölümü Sevr antlaşması üzerinden bağımsız bir devlet kurma hayaline kapılmış, yanyana yaşadığı müslüman ahali ile yaşadığı çatışmayı adeta mevzii bir savaşa dönüştürmüştür.
Bunun arkası malum; İstanbul’da gücü elinde bulunduran Osmanlı paşalarının “tehcir”-zorunlu göç ettirme- kararı ve bu kararın uygulanmasıdır.
İşin püf noktası; Kürt meselesiyle Ermeni meselesinin kesiştiği nokta burasıdır.
Ermenilerin bir bölümü, tehcire direnmemiş ve oldukça meşakkatli ve “ölümcül” bir yolculuğa çıkmıştır. Bir bölümü de yanyana yaşadığı müslüman ahalinin telkinleri ve “üstü örtülü” korumasıyla “din değiştirmiştir”. Hristiyan Ortodoksluğundan Müslümanlığın bölgede hakim mezheplerine geçiş yapmışlar ve Türkiye cumhuriyetinin, geçmişi silen, “modern vatandaşlık”
uygulamasıyla, sınırlı da olsa yaşam alanlarını güvence altına almışlardır.
Bugün, ülkemizde sorun olarak algılanan ve “mesele” olarak görülen Kürt’lerle, “eskiden” Ermenilerin yaşadığı yerler; yeni Türkiye Cumhuriyetinin bir parçası haline gelen ülke coğrafyasının Doğusuyla; orta Anadolu ve Karadeniz hariç örtüşmektedir.
Hatta bu örtüşme, Ermenilerin sürüldüğü ve Misak-ı milli sınırları dışında kalan komşu ülke topraklarında da devam etmektedir.
CHP, modern Türkiye Cumhuriyetini kuran bir parti olarak, konuya tarihsel bağlamından bakmalı ve popülist bir yola sapmamalıdır.
Sorunları, İsmet İnönü’nün de dediği gibi, “birer birer çözeceğiz”.
Önce cesaretle Ermeni meselesini aydınlatacağız, o defteri, Hırant Dink’in mealen söylediği gibi “açacağız, hesaplaşacağız ve kapatacağız”; arkasından Kürt meselesinin çözüm önerilerini konuşacağız.
Bu arada belirtelim ki, Hırant Dink’i katleden zihniyet, bazı şeylerin açığa çıkmasını istemeyen “mütegallibe” takımıdır.
Bu katliam, sadece Ermeni meselesini değil, Kürt meselesinin tartışılacağı zemini de felç etmiştir. O takım, “katliamı takip eden “bütün hamleleri boşa çıkınca” Türkiye’yi 15 Temmuz darbesine sürüklemiştir.
Peki, CHP bu konulardaki “dönüştürücü”/
“devrimci” hamleleri tek başına yapabilir mi?
Evet yapabilir. Bunun için sağlam bir örgüt, ortak bir söylem, bilimsel bir yaklaşım ve kararlı bir önderlik şarttır.
Umut var mı?
Var!
Haydi!
Metin Lütfi Baydar