Tutarlı olmanın nasıl birşey olduğunu derinden hissedeceğimiz, çok çarpıcı olaylarla karşılaşacağız.
Tutarlı olmanın nasıl birşey olduğunu derinden hissedeceğimiz, çok çarpıcı olaylarla karşılaşacağız.
Kemal beyin final konuşmaları, yaklaşan olağan kurultayla birlikte içeriğinin çok üstünde anlamlar taşımaya başladı.
Suriye’den başlayalım. Suriye’de savaşa karşı mıyız? Kuşkusuz evet.
TSK’nın Suriye’ye girmesini istiyor muyuz? Kemal beyin ve ekibinin söylemlerine bakarsak, asla!
Ama Kemal bey önde, partimiz arkada, dalgacı çoban misali aynı yola gene düzüldük.
Peki, içimiz yana yana “tezkereye evet demek” ne demek?
Biz bu tavrı, her tezkerede gösteriyoruz.
Dokunulmazlıkları da böyle içimiz yana yana kaldırmıştık. Partililerimiz içeride ya da dışarıda farketmiyor, siyasi rehin oldular.
Hem genel seçimlerde hem de yerel seçimlerde arkamıza taktığımız Kürtler sormayacak mı?
Şimdi değilse ne zaman?
Irak ve Suriye sınırları, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ve varoluş sancılarının yaşandığı yılların tortusunu taşır.
Irak sınırı kuruluştan sonra, hatta Lozan’dan da sonra 1924’te imzalanan Ankara antlaşmasıyla çizilmiştir. Bunu başka bir yazıya bırakarak günün konusuna dönelim.
Suriye sınırı, 1921 yılında, Cumhuriyet öncesi TBMM hükümetiyle Fransa arasında imzalanan bir başka Ankara antlaşmasıyla çizilmiştir. Sovyetler birliğinin kurulmakta olan yeni Türkiye devletini desteklediğini açıklamasıyla tutuşan Fransa aceleyle masaya oturmuş ve antlaşmayı imzalamıştır.
Antlaşmanın aceleye geldiğini hepimiz biliyoruz. Nitekim Atatürk, İskenderun körfezindeki acayip durumu düzeltecek uzun bir strateji uygulamış ve bugünkü Hatay’ı o antlaşmanın hilafına düzenlenen bir referandumla Türkiye’ye katmıştır.
Atatürk’ün, Hatay’dan başlayarak Irak’a kadar olan uzun sınır boyunda başkaca düzeltmeler üzerinde çalıştığı da bilinmektedir.
O antlaşmanın hükümleri, zımnen, bölgede yaşayan ahalinin, devlet ayrımı olmaksızın, sınırın iki tarafındaki meraları hayvancılık için kullanacağını kayıt altına almıştır. Bölgeyi bilenler, bu git gellerin her iki yanda 15-20 km’lik bir derinliğe ulaştığını söylerler.
Aslında, bölge ahalisinin Suriye tarafında kalan bölümünün yüzü, hep Türkiye’ye dönük olmuştur.
Fransa’nın Suriye sınırını yerleşim yerlerinin tam ortasından geçirmesi, bölge ahalisinin sosyolojik bütünlüğünü bozmuştur ve biz bugün bunun yarattığı “şiddet”le karşı karşıyayız.
Bu konu, iç politik çekişmelere kurban edilemeyecek kadar ciddi bir konudur ve akademik laf cambazlıklarıyla, hamasetle geçiştirilemez.
Bu bölge özelinde “Suriye’nin toprak bütünlüğü” lafı da Türkiye cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesine aykırıdır.
İktidar ve muhalefet birlikte çalışarak bu sorunu çözmelidir.
Örnek var mi? Var!
Hatay.
İçiniz o kadar yanıyorsa, Suriye’ye askerlerimizin gönderilmesine “hayır” demelisiniz. Tutarlılık, düzgün siyasetin en vazgeçilmez ilkesidir.
Atatürk Hatay’a tek asker göndermedi. Hatta, “haklı bir nedeni yoksa savaş cinayettir” dedi. Bu işlerin mühendisliği olmaz.
Bakalım şimdi;
CHP yönetimi, Türkiye açısından Suriye meselesini anlamış mıdır? Hayır anlamamıştır! Anlamış olsaydı, o Suriye konferansını düzenlemezdi.
Umur?
Var!
Haydi!
Metin Lütfi Baydar