CHP olarak, üst yönetiminden sade partiliye kadar net bir tavır geliştirememenin sıkıntısını yaşıyoruz.
CHP olarak, üst yönetiminden sade partiliye kadar net bir tavır geliştirememenin sıkıntısını yaşıyoruz.
Aslında hükümetin; özellikle son bir aydır, HDP’li belediyelere dönük bir operasyon hazırlığında olduğu biliniyordu. CHP yönetimi bu istihbarata sahipti. Hatta bir Büyükşehir Belediye başkanımız da İçişleri bakanlığı bünyesinde bulunan bazı kontakları sayesinde operasyondan haberliydi ve kritik bir zamanlamayla tatile çıkmıştı. Başkanı olduğu şehri talihsiz bir anda vuran sel felaketi yüzünden ortaya çıkmak zorunda kalmıştı. Sayın Başkanın, Aynı zamanlamayı 15 Temmuz darbesi öncesinde de yaptığını biliyoruz. Bu konuya ileride döneceğiz.
Kürt meselesi, Ermeni meselesiyle birlikte CHP’nin çözmek için uğraştığı ama bir yolunu bulamadığı temel sorunlardandır.
31 Mart seçimlerinde, İyi Parti ile yapılan resmî ittifaka ilaveten özellikle HDP ile yapılan örtülü ittifak sayesinde mevzii kazanımlar elde edilmişti.
Görülen o ki, Partimiz, HDP’li belediyelere yapılan ve anlaşıldığı kadarıyla devamı da gelecek olan operasyonlarda, “bir kez daha” devlet refleksiyle halkın tercihi arasında sıkışmıştır.
Bu ilk defa olmuyor.
Yakın tarihe bakalım;
1991 yılında, 12 Eylül darbesiyle kapatılan CHP’nin misyonunu yüklenen SHP’nin genel başkanı Erdal İnönü, stratejik bir hamle yaparak 17 Kürt milletvekilini parlamentoya taşıdı.
Amacı, Kürt meselesini TBMM’de çözüme ulaştıracak bir diyalog ortamı yaratmak ve birinci elden temsilcileri masaya oturtmaktı.
Ama CHP bünyesi bu gurubu kabullenemedi ve Kürt milletvekilleri SHP’den ayrılmak zorunda kaldılar ve HEP adlı Partiyi kurdular. HEP 1993’te AYM tarafından kapatılınca yerine kurulan DEP’e geçtiler.
Tansu Çiller hükümeti -ki, İyi Partinin genel başkanı Meral Akşener, o zamanlar onun takımındaydı- 1994’te, TBMM’ye polisi sokarak DEP milletvekillerini gözaltına aldırdı.
DGM’de yargılanan milletvekilleri 10 yıl hapis yattıktan sonra AİHM’nin verdiği ihlal kararının ardından tahliye edildiler.
Tahliye olan milletvekillerinin bir bölümü siyasete döndü ve sadece isimleri değişen ama genetiği aynı olan, Kürt meselesine odaklanmış partilerde görev üstlendi.
Ama Erdal İnönü’nün parlamentoya soktuğu o Kürt siyasetçiler, o gün bugün devletin “takibinden” kurtulamadılar.
Milletvekili olanların türlü bahanelerle dokunulmazlığı kaldırıldı, belediye başkanı olanlara görevden el çektirildi.
Zaman içinde devlet bu siyasetçilere yenilerini de ekleyerek, Kürt meselesindeki karşı “refleks”ini yaygınlaştırdı.
Sözün kısası, Erdal beyin barışçıl denemesi sonuç vermedi, üstüne üstlük işbirliği yaptığı Kürt siyasetçiler de deyim yerindeyse gün yüzü gör-e-mediler.
Kemal bey, Erdal beyin akamete uğrayan bu projesini daha geniş bir cephe oluşturarak canlandırmaya çalışıyor. Ama, kullanılan siyaset biçiminin amaçla örtüşmediği görülüyor.
Bir yanda Kürt siyasetçilere karşı tetikte olan bir partiyle -İyi Parti- millet ittifakı kurmak, aynı şekilde tetikte olan sağ tandanslı “partili” kadrolarla seçimlere girmek, diğer yanda barışçıl her çıkışta dayak yiyen bir Partiyi -HDP- “koruyup kollamak” bir hayli zor, paradoksal bir denklemdir.
Ama kaçış yok. Bu meseleyi çözmek zorundayız.
Nasıl?
Şöyle;
Önce HDP’nin 31 marttaki hakkını, her hangi bir yan cümle kurmadan teslim etmeliyiz ve sonra, sadece resmî sıfatlarıyla; bir başka partili olmalarını kaale almaksızın, görevden alınan ve alınacak olan tüm belediye başkanlarına “sahip çıkmalıyız”.
Bu konudaki, eğer varsa, ki var, “devlet refleksini” sonlandırmaya odaklı olarak, devlet ve hükümet nezdinde insiyatif almalıyız.
Bunun siyasi bir bedeli olacaktır; ödemeliyiz.
İttifaklardaki “örtüyü” kaldırmalıyız. İyi Partinin, MHP’nin bir izdüşümü olduğunu görmeliyiz. HDP’nin de PKK’nın gölgesi olduğunu kabul etmeliyiz.
Siyasette dürüstlük esastır. Tavanda yapılan işbirliğini, tabanda yaptık dersek kimse inanmaz.
Meselelerin sırasını da karıştırmayacağız, önce Ermeni meselesini aydınlatacağız.
Sonrası kolay; Kürt meselesini çözeceğiz.
Umut?
Var tabii!
Haydi! Metin Lütfi Baydar