Bütün parametreler yenilenecek artık.
Bütün parametreler yenilenecek artık.
Dünya yeni bir üretim, dağıtım ve paylaşım düzenine geçecek. Toplumsal iş bölümü yenilenecek. Ekonominin temel enstrümanları değişecek. Paranın hem sermaye olarak hem de değişim aracı olarak oynadığı rolllerin tamamı sonlanacak.
20. yüzyılın başında dünya solunda tartışılan; dünyanın kurtuluşu “süper/ultra emperyalizm” le mi, yoksa “enternasyonal sosyalizm” le mi olacak konusu, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yeniden alevlenmek üzere.
Görünen o ki, süper emperyalizmle enternasyonal komünizmin bileşkesi yeni bir düzen oluşacak.
Emperyalizmin sosyoloji ve ekonomi literatüründeki kısa tarihine bir bakalım;
Modern anlamda emperyalizm tanımlamasını kullanan ilk filozof/ekonomist Karl Marks’tır. Marks, emperyalizmi yeni sömürgecilik anlamında kullanmıştır.
Marks’tan sonra sosyal demokrat Kautsky ultra/süper emperyalizm tanımlamasını yapmış ve kapitalizmin tekelleşme ve kartelleşme yoluyla uluslararası yeni bir düzen yaratacağını söylemiştir. Bu kavram Lenin tarafından da benimsenmiştir.
Ancak bu ikili; Lenin ve Kautsky, süper emperyalizmin doğuracağı sonuçlarda anlaşamamışlardır.
Kautsky, emperyalizmin dünyayı tek elden yönetme kabiliyetini kazanacağını, emperyal askeri savaşların sona ereceğini ileri sürmüştür. İşçi sınıfının bu oluşacak olan süper güçle -çatışmasız olarak-masaya oturarak talep ettiği hakları alabileceğini öngörmüştür.
Lenin ise emperyal güçlerin askeri savaşlardan vaz geçemeyeceklerini; kurtuluşun ancak enternasyonal sosyalizmin bütün dünyaya hakim olmasına bağlı olduğunu söylemiş ve Kautsky’nin tezini reddetmiştir.
Bu tartışmanın devamında patlak veren iki dünya savaşı Lenin’in haklı olduğu kanısını güçlendirmiştir.
Ancak 70’li yıllarda bu tartışma tersine dönmüştür. Özellikle Fransız solu, hayatın pratiğinin Lenin’in öngörülerini desteklemediğini söyleyerek süper emperyalizm tartışmasını, başka kavramlarla destekleyerek tekrar gündeme sokmuşlardır.
SSCB’nin çöküşü, Çin’in sosyalist örgütlenmeye dayalı devlet kapitalizmine yönelmesi ve diğer irili ufaklı sosyalist devletlerin önce rejim sonra da ekonomik model değiştirmesiyle
süper emperyalizm kavramı güçlenmiştir.
Bu dönemde emperyal devletlerin birbirlerine karşı destekledikleri gruplar eliyle yürüttükleri -askeri- vekalet savaşlarının yürütülmüş biçiminin, boyutunun ve kapsamının Lenin’in tezini kuvvetlendirmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
20. yüzyılın başında dünyayı kasıp kavuran İspanyol gribi 50 milyon kişinin canını almıştı ve o an gündemdeki tartışma konusu “süper emperyalizm” di.
Tesadüfe bakın ki, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde neredeyse dünyanın bütün insanlarını evlere tıkan Covid 19 pandemisi de meseleyi süper emperyalizme getirdi.
Yalnız bu defa durum farklı. Emperyal güçler, durumu idare edebilmek için alenen sol görünen uygulamalara yöneldiler.
Buna da bakalım;
Salgın, emperyalizme diz çöktürdü.
Para politikaları yerle bir oldu.
Ceplerinde akrep olan sermayedarlar alt gelir guruplarına, çalışsın çalışmasın para dağıtıyorlar.
Sağlık hizmetleri bedava olmak üzere.
Eğitim hizmetleri bedava olmak üzere.
Borçlar iptal. Vergiler iptal.
Stratejik kurumların devletleştirilmesi gündemde.
Çokuluslu şirketler, yerel otoritelere boyun eğmek üzere.
Öyle görünüyor ki, bireyin temel ihtiyaçlarıyla ilgili hizmetlerin bedelinin tamamı; sağlıktan, eğitimden,ulaşımdan iletişime kadar olmak üzere kamu tarafından ödenecektir ve bu durum anayasal bir hak olarak hukuk sistemine girecektir.
Ve.. dünyanın bütün insanları evlerinde. Herkes geçmiş ve gelecek için esaslı bir muhasebe içinde.
Biz bu döneme bir “ad” koyacağız ve başlama vuruşunu yapacağız.
Peki, Kemal bey ve yönetimi bu yeni durumu kavramış mı?
Cevap net; hayır!
Parti adına yapılan açıklamaların genel mahiyeti durumu idare etmekten ibarettir. Ekonomik ve sosyal krizden çıkmak için yapılan öneriler “naftalin” kokmaktadır.
Onlara da bakalım;
Aile sigortası projesinin geçerliliği kalmamıştır. An itibariyle bu öneri, alt gelir guruplarının yoksulluğunu bitirmeye değil, stabilize etmeye, sabitlemeye yarar.
Yoksulluğu sabitlenen kitlelerin dönemsel acılarını yüksek sesle paylaşarak siyaset yapmanın dönemi kapanmıştır.
Kur, faiz, bono, tahvil ve borçlar üzerinden giderek küçük esnaf, sanayiciler ve finans kuruluşları için yapılan “iyileştirme” yönündeki neo liberal öneriler de, daha açıklanır açıklanmaz “eskimiştir”. Ulusal ve Uluslararası pratik bu önerileri anında ezmiştir.
Peki biz, CHP’liler olarak, ne yapmalıyız?
Sıralayalım;
Önce Partinin altı ilkesini başa laikliği, sona milliyetçiliği koyarak yeniden dizmeliyiz.
Yeni dönemin felsefi altyapısını oluşturmalıyız.
Parti örgüt yapısını ve hiyerarşisini altüst etmeliyiz.
Mevcut durumun devamında ısrar eden, eski-yen- dönemin alışkanlıklarını sürdürmeye yatkın olan ve yeni şeyler söylemek yerine, sadece tekrarın gücüne inanan yönetici pozisyonundaki arkadaşlarımızın tamamıyla vedalaşmalıyız.
İlk hamle ne olmalı?
İlk hamle, plazalar arasında “atipik” bir plaza olarak kalan “çok katlı” CHP genel merkez binasını satıp, geniş bir arazide inşa edilecek olan tek katlı, yüksek tavanlı, merdiven, asansör, basamak bulunmayan, “yere yakın” ve ayak sesleri giderek kuvvetlenen bu “yeni” döneme uygun bir “genel merkez üssüne” taşınmaktır.
Önce tebdil-i mekan yapılacak, sonra değişim, dönüşüm yapılacak ve halkın gerçek iktidarına yürünecektir.
Bu konuyu daha detaylı olarak ve -kurultaydan önce- ilerideki birkaç yazıyla açacağız.
Umut?
Momentum!
Haydi!
Metin Lütfi Baydar