Uluslararası sermaye, salgının yerle yeksan ettiği ekonomileri nasıl ayağa kaldıracağını bilemiyor.
DÜNYADA HER ŞEY İÇİN, MEDENİYET İÇİN, HAYAT İÇİN, BAŞARI İÇİN EN GERÇEK YOL GÖSTERİCİ İLİMDİR, FENDİR...
  • Egemenlik Kayıtsız
    ve Şartsız Milletindir...
  • En Büyük Savaş
    Cahilliğe Karşı Yapılan Savaştır...
Covid 19 salgını bütün dünyayı esir almaya devam ediyor.
14 Aralık 2020

Uluslararası sermaye, salgının yerle yeksan ettiği ekonomileri nasıl ayağa kaldıracağını bilemiyor. Dünya hızlanan bir ivmeyle “süper emperyalizme” doğru kayıyor. Ulusal ölçeklerdeki hibe paketleri, uluslararası ölçeklere taşınmaya başladı. İtalya, İspanya gibi bazı G20 ülkeleri bile muhataplarından dış borçlarının silinmesini talep ediyorlar. Çin, Afrika ülkelerine verdiği borçların büyük bir bölümünü sildi. Böyle giderse, dünyanın bütün ülkeleri borçlar-alacaklar işleyişi için uluslararası tahkime gidecekler ve 20. yüzyılda imzalanan Bretton Woods anlaşmasına benzer bir anlaşma için masaya oturacaklar ve yeni bir finans modeli üzerinde anlaşmaya çalışacaklar.

Bunu öngören ülkeler, mevcut anlaşmaların kısıtlamalarını bir kenara bırakıp, piyasanın ihtiyacı kadar para basmaya ve iç piyasalarını döndürmeye başladılar. Uluslar arenasındaki bu boşluktan yararlanan Türkiye, -Tayyip bey değil-devlet teorisi gereği, genetik kodlarında kayıtlı meseleleri birer birer masaya koydu ve 100 yıllık hesapları kapatmaya başladı.

Nasıl?

  1. TSK, MİT, jandarma ve polis teşkilatı adeta yeniden örgütlenerek güçlendirildi.

  2. Bu güçler, üniformalı, resmî örgütlenmelerini, küçük ve orta ölçekli sermaye guruplarıyla, emeklilikle sivil hayata geçiş yapan personelini buluşturarak yeni bir sinerji yarattı.

  3. TSK, FETÖ’nün kozmik odaya girerek deşifre ettiği ve daha sonra da dağıttığı “beyaz ordu”yu yeniden örgütledi.

  4. TSK, cumhuriyetin kuruluşunda açık kalan hesapların tutulduğu “defterleri” açtı.

Bunlar;

  1. Kafkasya defteri ilk sıradadır. Türkiye, Azerbaycan üzerinden Kafkasya defterini açtı ve Ermenistan’ı Kazım Karabekir paşanın nihai Moskova anlaşmasıyla hizaya getirdiği çizgiye çekti. Bu durum, her uluslarası anlaşmazlıkta çözümsüzlüğü kalkan haline getiren ve Emperyal devletlerin başını çektiği Minsk gurubunu bozguna uğrattı. TSK, yüzyıl önce ayrıldığı Bakü’ye, kazanılan askeri zaferin bir bileşeni olarak tekrar ayak bastı. Bu, TSK açısından ezici bir zaferdir.

  2. Doğu Akdeniz defteri ikinci sıradadır. Atatürk’ün başkomutan olarak kurtuluş savaşını bitiren; Türk silahlı kuvvetlerine verdiği son emri, “ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir” di. Atatürk’ün tarif ettiği hedef Ege denizi değildi. TSK, Ege kıskacından çıkarak Akdeniz perspektifinde Adalar, Kıbrıs ve Kuzey Afrika sorununu birleştirdi. Kara, hava ve deniz kuvvetleriyle, Atatürk’ün Trablusgarp’ta yarım bıraktığı hedefe kilitlendi. Kabul etmek gerekir ki, Türkiye, bu sahada muhataplarını masaya oturtacak askeri ve diplomatik ataklarında başarılı oldu.

  3. Suriye ve Irak defteri üçüncü sıradadır ve çözümü en uzun zamanı alacak son defterdir.

Türkiye Lozan’a bu iki ülkeden Suriye ile ilgili sınırları belirleyen ve Fransızlarla imzalanan Ankara anlaşmasıyla gitmişti. Irak’la olan anlaşma ise -ki onun da adı Ankara anlaşmasıdır-Lozandan sonra İngiltere ile imzalanmıştı. Türkiye bu iki anlaşmadan doğan haklarını, güncel durumla birleştirerek askeri alana taşımış ve hem Irak’ın hem de Suriye’nin kuzeyini kontrol altına almıştır. Bundan sonrası için masaya oturulduğunda, emperyal devletlerin Lozan anlaşmasında açtıkları gedikler kapatılacaktır.

Bütün bu gelişmeleri Tayyip beyin hanesine yazmak ve görmezden gelmek, partimiz CHP açısından büyük bir körlüktür.
Şurası bir gerçek ki, Tayyip beyin içine düştüğü iktidar açmazları, TSK’yı ayrı bir güç haline getirmiştir. Siyasi iktidarların otoriterleştiği her ülkede, o ülkelerin silahlı kuvvetleri ekstra-fazladan- bir güç kazanırlar ve “kaos”a oynayan muhalif siyasilerin körleşmelerini kullanarak, yaratılan kargaşadan bilistifade iktidara zıplarlar. Bu hep böyle olmuştur.

Eğer CHP olarak aklımızı başımıza almazsak, Türkiye Cumhuriyeti devleti ağır bir hasar alacaktır.

Ne yapmalıyız?

Bakalım;

  1. CHP devleti kuran partidir ve devlet adına alınan kararların dışında kalamaz. Bu uğurda gerekirse genel Başkan dahil parti yönetimi feda edilir ve “sivil” iktidarla masaya oturulur. Çerden çöpten partilerle işbirliği yapıp iktidar hayali kurmanın bedeli çok ağırdır. Biz, CHP’yiz ve CHP Türkiye’ye yeter. Fazlalığa yer yok.

  2. Şu tamamen uyduruk “millet ittifakı “ hezeyanından vazgeçilmelidir. Bu hezeyan, Kemal beye adeta bir kene gibi yapışan marijinal gurupların bütün günahlarının kefaretini partimize ödetmek üzeredir.

  3. Millet ittifakının resmî ortağı İyi parti, yakın bir gelecekte siyaset arenasından düşecektir. Onları diriltmek için bir kez daha 15 milletvekilini göndermenin vebali büyük olacaktır.

  4. Kemal beyin toz kondurmadığı, muhayyel ittifak ortakları Davutoğlu ve Babacan partileri ile CHP’nin uzay düzleminde kesiştiği tek bir nokta yoktur. Davutoğlu, “stratejik derinlik” teziyle Suriye’de ve Mavi Marmara olayında Türkiye’nin başını belaya sokmuş, kendisini Hz. Muhammet’ten sonra en önemli kişi olarak gösteren sorunlu bir kişiliktir. Ona göre Hz. Muhammet “Ahmed’i evvel”dir. Kendisi de “Ahmed’i sani”dir. Babacan ve Davutoğlu, CHP 1 Mart tezkeresine aslanlar gibi direnirken birlikte ABD başkanı Bush’un karşısına geçip 90 milyar dolar karşılığı tezkereyi geçirebileceklerini söylemişlerdir. Bush, at pazarlığı mı yapıyoruz deyip bunları kovmuştur.

  5. HDP, PKK ilişkisi somut bir ilişkidir. Bunu saklamanın gizlemenin alemi yoktur. Yerel seçimlerde yürütülen örtülü ittifak çalışması sonucu, bu parti-ler-in mensupları partimiz listelerinden yerel yönetim meclislerine girmiş, belediye bürokrasisinde görev almışlardır. Aynı şekilde listemizde yer alan İyi Partililer ayrılıp bayrak göstermişler ama örtülü ittifak yapılan partinin mensupları ayrılmadıkları gibi, partimizi bağlayan siyasi eylemlere imza atmışlardır. Bu durum, partili belediye başkanlarını hiç de haketmedikleri muamelelere maruz bırakmaktadır. CHP, olarak bu “örtüyü” kaldırmak zorundayız.

  6. Karamollaoğlu’nun Kemal beyle şahsi dostluğunun, Temel beyin Madımak katliamındaki ölümcül sorumluluğunun perdelenmesine daha fazla tahammül edilemez. O katliam, cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırma uğruna görmezden gelinecek kadar sıradan bir olay değildir. O kadar ki, Kemal beye dönük linç girişimlerinin cesaret kaynağı, Genel Başkan olarak -bizzat- Kemal beyin o katliamın telin edilmesi konusunda CHP’yi sürüklediği “eylemsizlik” halidir.

  7. CHP, siyasi mücadeleyi, kendi örgütüyle, üyeleriyle ve seçmen kitlesiyle açık ve sıcak temasla sürdürmek zorundadır. Partiyi, ateşli atılmış bir nutuktan parçaları, sosyal medya mecrasına salıp, sen ben bizim oğlanların marifetiyle sanal olarak çoğaltıp iğdiş keyfi modunda yönetme anlayışı derhal terkedilmelidir.

  8. Kemal bey, hakkını yemeyelim, “karanlıklar prensi” muamelesini, Yaşar Kemal’in, Yer demir gök bakır romanındaki ünlü karakter Taşbaş’ın zoraki şeyh tiplemesini haketmemektedir. Kemal beyin arkasına saklanan, ama esasında büyük kurultayın tasfiye ettiği, ekonomi, basın medya ve dış politika sorumlularının daha fazla ileri gitmesine müsaade edilmemelidir.

  9. CHP’nin dış politika ayağı çökmüştür. Partinin bu konuda yetkin isimleri göreve davet edilip herkesin anlayabileceği basitlikte ve Türkiye’nin çıkarlarını gözeten somut bir siyasi manifesto hazırlanmalıdır.

Bunlar yapılabilir mi?

Ona da bakalım;

  1. Kemal bey, parti içi yarışmayı engellemiştir. İl başkanlarının neredeyse tamamı, Genel merkezin denetiminde yapılan kongrelerde tek aday olarak seçilmişlerdir. Kemal bey her il başkanını, adeta koklayarak, özene bezene seçmiştir. Başkanların çoğu, delegenin yarısının bile oyunu almakta zorlanmıştır buna İstanbul il başkanı da dahildir. Ama gelin görün ki, Kemal bey bunların -şimdilik- 25’inden memnun değildir ve değiştirmeye kararlıdır. İl kongrelerine, örgütün yarısı katılmamıştır. Birinci gerçek budur. Kemal bey katılanların seçtiklerini de beğenmemiştir. İkinci gerçek de budur.

  2. Belediye başkanları ile parti örgütü uyumlu değildir. Bazı belediye başkanları ittifak bahanesiyle örgütün taleplerine duyarsız kalmaktadır. Üçüncü gerçek de budur.

  3. Kemal beyin bizzat hazırlayıp kurultaya dikte ettirdiği “21. yüzyıl” manifestosu, açık konuşalım hiç kimse tarafından beğenilmemiştir. Örgüt de bu beyannameyi benimsememiştir. Dördüncü gerçek de budur.

  4. Örgütle arasında iletişim kopukluğu olan Kemal bey, bu pandemi ortamında, örgütle bağlantısını sadece sanal ortamda sürdürmeyi yeğlerken, tabiri caizse evde yemek hazırlama, ütü yapma, bulaşık yıkama işleri beklerken çat kapı, yerli yersiz komşu ziyaret eden ev hanımları gibi müttefik parti başkanlarıyla başbaşa görüşmeyi marifet haline getirmiştir. Hatta o partilerin iç sorunları, Kemal beyin CHP’den daha çok ilgisini çekmektedir. Bu beşinci gerçektir.

  5. Kendisini ilgisiz, bakımsız, sevgisiz, tek seçenekli bir iktidar planına sıkıştırılmış hisseden partililerin, firar planları yaptıklarını görüyoruz. Yakın gelecekte, partimizin hiçbir şekilde dikkate alınmayan, parti politikalarından dışlanmış ağırlıklı bir kitlesi kopma noktasına gelecektir. Üyelerin en az yarısının, hatta daha fazlasının partiyle olan bağı “fiilen”kopuktur. Örgüt isteksiz, hevessiz ve amaçsız kalmıştır. Bunun seçmen kitlesine yansıması kaçınılmazdır. Uydur kaydır anketlerle, kişileri şişirerek gidilecek yol, yol değildir. Bu da altıncı gerçektir.

Yani?

Yanisi şu, Kemal bey ve ekibi bunları yapamaz.

Çare?

Olağanüstü koşullarla dayatılan 37. olağan kurultay, hayatın pratiğinde “yok hükmü” damgasını yemiştir. Tek çare, Pandeminin nefes aldıracağı bir tarihte, muhtemelen Mart 2021’de gerçek bir olağan kurultay yapıp “tepeden tırnağa” esaslı bir yenilenmeye gitmektir.

Dost acı söyler.

Umut?

Marttan sonra bahar!

Haydi!

Metin Lütfi Baydar

Paylaş:
Yorumlar


0.532 261 33 24