Kemal bey ve arkadaşları, Covid 19 pandemisindeki kısıtlama koşullarını fırsata çevirdiler ve her türlü riski göze alarak CHP’nin 37. büyük kurultayını “küçük kurultay” kalıbına sıkıştırarak topladılar.
Kemal bey ve arkadaşları, Covid 19 pandemisindeki kısıtlama koşullarını fırsata çevirdiler ve her türlü riski göze alarak CHP’nin 37. büyük kurultayını “küçük kurultay” kalıbına sıkıştırarak topladılar.
Başka aday çık-a-madığı için Kemal beyin genel başkanlık seçimi basit bir güvenoylamasına dönüştü. Parti Meclisi seçiminde ise “genel başkanın adamları”, hem “genel başkan”ın hem de birbirlerinin karizmasını çizdiler. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, CHP’de “fetret dönemi” başlamıştır.
Partimizin 37. Büyük Kurultayı CHP müktesebatında türünün tek örneği olarak geçecek ve takibeden ilk kurultayda bütün sonuçlarıyla parti tarihinden silinecektir.
Hem kurultayın yapılış biçiminin, hem de kurultaya dikte ettirilen “mesaj”ın partimizin müktesabatıyla uzaktan yakından alakası yoktur.
Yapılış biçimiyle ilgili tartışmayı “tarih”e bırakalım ve mesaja bakalım.
Kemal bey, öyle anlaşılıyor ki, CHP genel başkanlığına seçildiği gün beyan ettiği “CHP’nin tek başına iktidar olması” iddiasından kesin olarak vazgeçmiş.
CHP artık tek başına değil, “dostları” ile iktidara yürüyecek.
“Dostlar kim?” sorusuna Kemal bey, kendi yazıp kendi okuduğu ve şipşak bir açık oylamayla kurultay delegasyonuna onaylattığı, “13 maddelik iktidar manifestosunu kabul edenler dostlarımızdır” yanıtını vermiş.
Manifestodan başlayalım, “dostlarımızı” sonraya; Kemal beyin MYK’sını belirlemesinden sonraya bırakalım.
Bu 13 maddelik manifestonun büyük bir bölümü, yenilikten uzak, tozlu raflardan çıkartılmış ve iletişim ve yazılım teknolojilerinin başdöndürücü hızıyla uygulanma kabiliyetini yitirmiştir.
Madde madde gidelim;
Yeni Anayasa ile parlamenter sisteme dönüş ve güçler ayrılığı ilkesiyle devletin yeniden örgütlenmesi lafı parlak bir laftır ama Kemal beyin dostları bu lafın arkasında değildir. Örtülü ortağımızın Anayasal talepleri ile bu talep örtüşmemektedir. Resmî ortaklarımızın ise iş ciddiye binip de masaya oturulduğunda yarı başkanlık modeline doğru makas değiştireceği görülmektedir. Kaldı ki, bütün bunların olabilmesi için bu maddeyi kabul eden “dostlarımızla birlikte” CB ve TBMM seçimlerinin kahir ekseriyetle kazanılması ön koşuldur. Varsayalım ki kazanıldı. Hiçbir engel kalmadı. Süreç en iyi ihtimalle 2 yıl alır ve koltuğa oturan “dost” ve muhtemelen sağcı Cumhurbaşkanımızın, konjonktürel rüzgarlarla, tıpkı selefi gibi tek adamlığa devam kararı alması işten bile değildir. Bu madde şimdilik, CHP’nin iyiniyetli delegasyonunun gururunu okşamaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Toplumsal barış maddesi oldukça karışıktır ve asıl sorun Kürt meselesi, kadına şiddet, terör ve yeraltı örgütleriyle mücadele laflarıyla gürültüye getirilmek istenmiştir. Kürt meselesinin parlamentoda çözülebileceği umudu verilerek Kürt seçmenden destek talep edildiği anlaşılmaktadır.
Şurası açıktır; Kürt meselesi -dostlarımızla birlikte kahir ekseriyeti oluşturmayı umduğumuz- parlamentoda çözülecek vaadi, Nazım’ın, “alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete!” nitelemesinin somutlaşmış bir ifadesidir.
Liyakat konusu, tekil ve spekülatif nitelemelerle geçiştirilmiştir. Liyakat konusunu, parti içinde ve dostlarımızla birlikte kazanılan belediyelerde nasıl hallettiğimiz ortadadır. Liyakatta, “deneyim”, “donanım” ve “performans” esastır ama öncelik her zaman ve daima partili kadrolardadır. Siyasi partilerin en önemli görevlerinden birisi de bu kadroların yetişeceği, deneyim kazanacağı ve ustalaşacağı pozisyonların oluşturulmasıdır. Bakın bakalım, en azından son 10 yılda CHP parti okulundan yükselmiş bir partilimiz liyakatini göstereceği bir pozisyona ulaşabilmiş mi? Parti okulunu bir kenara bırakalım, CHP yönetiminin yetiştirip topluma armağan ettiği yönetici vasfındaki kişilerin sayısı yok denecek kadar azdır. O yüzden, iktidarın buruşturup kenara attığı bazı üst düzey bürokratlar, büyük bir aymazlıkla partimiz için en kritik görevlere atanabilmektedir.
Seçim yasası değişikliği bu manifestonun dolgu malzemelerinden birisidir. Hele hele milletvekili adaylarının saptanma biçimi için seçim yasasının değişmesi tam bir aldatmacadır. Bu konu tüzük gereği Kemal beyin iki dudağı arasındadır. Çok arzuluysa, “ol!” der, yer gök secde eder.
Siyasi ahlak yasası da manifestonun dolgu malzemesidir ve hedef saptırıcıdır. Aslolan “siyasetin finansmanıdır”. Hepimiz biliyoruz ki, istisnasız her partide siyasetin finansmanı kayıtdışıdır. Her parti, partimiz dahil, siyaseti benzer kaynaklardan finanse etmektedir. Belediye ihale düzeni, müteahhitler, serbest ticaret erbabı ve ülkenin önde gelen holdingleri siyaseti ve siyasetçileri finanse etmektedir. Çözüm nedir? Çok net, kaynak şeffaflaşmalı. Devletin siyasi partilere tahsis ettiği meşru ve yasal kaynaklar, ticaret yoluyla parti üst yöneticilerine rant transferi yapmak için değil, doğrudan parti adına siyaset yapacak nitelikli kadrolar için harcanmalıdır. Partisinin maddi gücünü arkasında hisseden siyasetçi yan yollara sapamaz, saparsa, yasaya gerek yok, işte o zaman siyasi ahlak kurallarını devreye sokar, o kişiyi, iktidar kanadından olsa bile siyasetten kazırsın. Örnekleri var.
Kamu ihale kanununun yeniden düzenlenmesi nasıl olursa olsun kayda değer bir ilerleme sağlanması artık imkansızdır. Kamu ihale kanunu tümden iptal edilmelidir. Standart bir uygulama ile iş dağıtımı yapılmalıdır. Müteahhitler, şeffaf bir şekilde uzmanlıklarına ve kapasitelerine göre sınıflandırılmalıdır. Sabit fiyat, birim fiyat türünden oynak değişkenlere bağlı ihale düzeni, her bir kalemin ayrı ayrı tarifiyle “maliyet+kâr” prensibi uygulanarak basitleştirilmelidir. İş dağıtımında, bir sezon-12 aydan 36 aya kadar- içinde tek başına üstlenilebilecek en üst limitler belirlenerek işlerin tüm sektöre homojen bir şekilde dağıtılması sağlanabilir. Gelir ve giderlerin takibinin elektronik ortama aktarılmasından sonra anlaşılan o ki, bu düzenleme muhtemelen Kemal bey ve dostlarının iktidara gelmesini beklemeyecektir.
Sayıştay’ın güçlendirilmesi işi de laf kalabalığına boğulmuştur. Elektronik kayıtlama sistemi, Sayıştay incelemelerini boşa çıkartacak bir kapasiteye ulaşmıştır. Öyle ki Sayıştay adına 50-100 kişilik bir kadro, yapay zeka olanaklarını kullanarak bütün sistemi günlük takip edebilecek bir duruma gelecektir. Bu maddenin en zayıf fıkrası TBMM’de kesin hesap komisyonunun kurulması ve başına da o anki muhalefetten birisinin atanmasıdır. Bu absürt bir önermedir. Biz zaten dostlarımızla birlikte kazandığımız Büyükşehir belediyelerinde bunun küçük bir örneğini yaşıyoruz. Belediyelerin kesin hesap dahil bütün komisyonları muhalefetin elindedir ve öyle destan mestan da yazamıyorlar; çaresizlikten dokuz doğuruyorlar. Ola ki iktidara gelindi, zinhar böyle bir pozisyonu kimse muhalefetin eline veremez. Kemal beyin dostları da vermeyecek belli, ama söylemekte zarar yok, kulağa hoş geliyor. Çünkü biliyoruz ki bizim genel başkanımız, CB adayı değil. Seçilecek şahıs da onu bu sözünü gerçekleştirecek bir konuma getirir mi getirmez mi, bilinmez.
Stratejik planlama teşkilatı kurulması at yarışlarına benzer bir tavırla, “tek” -cümle ile- geçilmiş. Belli ki o an geldiğinde ne yapacağımızı düşüneceğiz!
Eğitim sistemi de gene aynı tavırla “tek” -cümle ile- geçilmiş. Ne yapacağımıza dostlarımızın yanısıra eğitim bileşenleri ile istişare ederek karar vereceğiz!
Gelecek nesiller için ekosistem kurulması cümlesi, hem “nesiller” için hem “ekosistem kavramı” için tam bir kara mizahtır. Eminiz, Kemal bey bu önermenin anlaşılabilir bir açılımını yapamaz. Bu laf, entellektüel bir aşırmadır. Lafın gerçek sahibi bir adım öne çıksın da boyunu görelim.
Aile sigortası Kemal beyin bir türlü vazgeçemediği bir vaattir. Covid 19 pandemisi bu türden popülist önermeleri sadece ülkemizde değil bütün dünyada berhava etmiştir. Yoksulluğun finanse edilmesi dönemi bitmiştir. Yoksulluğun tasfiye edilmesi dönemine girilmiştir. Bütün dünya buna kafa yoruyor. Dikkatli bakılırsa daha yaratıcı önermelerin olduğu görülmektedir.
Yerel -yönetim-, merkez -iktidar- dengesi sağlanacak, hiçbir belediyeye kayyum atanmayacak maddesi de manifestonun en popülist ve konjonktürel dolgu maddelerinden birisidir. Fazlasını yazarsak iktidara birlikte yürümeyi düşündüğümüz “dostlarımızın” her iki kanadı ayrı ayrı nedenlerle umutsuzluğa kapılabilir.
Ortadoğu barış ve işbirliği teşkilatının kurulması fikri, dünyada o kadar sorun varken ve batımızda AB, güneyimizde Doğu Akdeniz ve Kıbrıs, “mağripte” Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fasla ilişkilerimiz alevlenirken CHP’nin en son söyleyecekleri arasında bile yer bulamaz. Hele hele Filistin, İsrail ve Lübnan hattında bütün halklar ayağa kalkmışken bir tek cümle bile kurulmaması büyük bir aymazlıktır. Ortadoğu barış ve işbirliği teşkilatı kurulması fikri İngilizlere aittir ve CHP’nin böyle bir fikri dile getirmesi, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine aykırıdır.
Umut!
Momentum!
Haydi! Metin Lütfi Baydar