Virüs, öldürücü vasfını kaybetmediği gibi insanlığı umutlandıracak, gözle görünür bir mutasyona da uğramadı.
Virüs, öldürücü vasfını kaybetmediği gibi insanlığı umutlandıracak, gözle görünür bir mutasyona da uğramadı.
Ülkemizde ise salgının kontrol altına alındığı görülmekle beraber, tamamen safdışı bırakılmasının bir kaç ayı bulacağı anlaşılıyor.
Covid 19’un toplumsal faaliyetleri kısıtlayıcı vasfını, bir avantaja döndürerek ekonomide, sporda, ticarette, siyasette hatta sosyokültürel organizasyonlarda, kendi baskın konumlarını, hakimiyetlerini konsolide etmeye -bir nevi garantiye almak da diyebiliriz- çalışan “kurnaz tilkilerin” cirit atmaya başladığını görüyoruz.
Mesela, neredeyse sıfır taraftarı olan bir spor kulübümüz, Pandemi sayesinde seyircisiz oynamanın getirdiği, her türlü manipülasyonun rahatlıkla yapılabildiği, görülen ama temas edilemeyen, gözden ırak maçlarla avantaj yakalayıp Türkiye şampiyonu oldu. Aslında yakından bakılırsa çok ilham verici bir “başarı” bu. Ama çok değil 1 yıl sonra geriye bakıldığında bu şampiyonluk, “pandemi şampiyonluğu” diye kayıtlara geçecek ve muhtemeldir ki fazla zaman geçmeden futbol tarihinden silinecektir.
Partimiz CHPyi yöneten arkadaşlar da Pandemi koşullarında adı “olağan” olan ama olağanüstü, titri “büyük” olan ama küçük kurultayla deyim yerindeyse kemiksiz bir “şampiyonluğun” hazzını tatmak için bir hayli sabırsızlanıyorlar.
Baştan söyleyelim, bu kurultay da, sonuçları ne olursa olsun parti tarihinden silinecektir. Bu kurultayla akabinde yapılacak olağanüstü kurultay arasındaki dönem, siyasi anlamda bir fetret dönemi olarak anılacaktır. Bu süre ne kadar kısa olursa partimiz o kadar az hasar alacaktır.
37. olağan-üstü- büyük kurultayı, ki buna artık “pandemi kurultayı” da diyebiliriz, parti müktesabatı, geçerli yasal mevzuat-hukuk- ve sağlık açısından nasıl irdeleyebiliriz?
Sonuncusundan başlayalım;
Sağlık açısından alınması düşünülen tedbirlerin başında, kurultaydan en az 4 gün önce kurultay katılımcılarının Covid 19 testinin yaptırılması gelmektedir. Bu yaptırılmamıştır. Bu testlerin ibrazını yapmayan katılımcı kurultay alanına giremez.
Kurultay için seçilen, açık hava gibi görülen ama üzeri çadırla kapatılmış tiyatro binasında, büyük kurultayın tüzüğümüzde yazılı olan tüm katılımcılarını -en az 4000 kişi- sosyal mesafe koşullarını sağlayarak bir araya getirmek imkansızdır.
Kurultayı illa bu mekanda yapmak istiyorsak, delegelerin %40’nın, onur üyelerinin %60’ının gönüllü olarak ya da zor kullanılarak kurultay alanına girişinin engellenmesi gerekir.
Nitekim Kemal bey ve arkadaşları, ince bir serzenişle, gerek delegelerin gerekse de onur üyelerinin bir bölümünün kurultaya katılmamasının daha iyi olacağını ima eden iletişim metodlarına başvurmuşlardır. Böylelikle asgari toplantı şartlarını sağlayarak vartayı atlatmayı ummaktadırlar.
Kurultay alanına alınmayan üye ve delegelerin kurultay alanının dışında tamamen kapalı bir çadır altına alınması ve iki adım ötedeki tiyatro ile görüntülü bağlantı yapılması ise tam bir garabettir. İçerideki zevatla dışarıda çadıra tıkılmış topluluk arasındaki her fiziksel temas, katılımcıları çıra gibi yakar ve Bilkent Odeon’u o gün-ler- itibariyle pandeminin Türkiye’deki merkezi yapar. Bu durum, pandemiyle mücadele koşullarına tamamen aykırıdır.
Parti müktesabatı açısından bakıldığında tarihimizde, bir kurultayın asli delegelerinin tiyatro basamaklarında, partinin hafızası olan onur üyelerinin, -gezici sirk gösterilerinin yapıldığı çadıra benzer- ayrı bir çadır tiyatrosunda, oylama mekanının ise tiyatro ve çadır tiyatrosunun bitişiğindeki açık otoparkta yapılmasına uzaktan yakından benzeyen ikinci bir örnek yoktur. Üstelik, pandemi nedeniyle herkes maskeli ve maskenin arkasındaki kişinin kim olduğunun denetlenemeyeceği bir provokasyon ortamı da varken!
Oysa Partimizin en fırtınalı günlerinde bile herkes birbirini tanıyordu ve otururken kalkarken yanyana idi.
Bu haliyle bu kurultay parti müktesebatı kayıtlarına “yok hükmünde” ibaresiyle geçmeye adaydır.
Hukuki sorunlara gelince, kandırmacayı bırakalım. Pandemi koşulları, parti tüzüğüne ve siyasi partiler yasasına uygun bir kurultayın Kemal bey ve arkadaşlarının seçtiği mekanda yapılmasına izin vermiyor. Ya mekan değiştirilmeli ya da zaman!
Bu mekanda yapılacak olan kurultay, hangi mekanizmayı işletirseniz işletin, genel Başkan dahil parti organlarının serbest seçimi için gerekli hiçbir fiziki altyapıyı sağlamıyor.
Her ne pahasına olursa olsun yapılmasında ısrar edilir de kurultay 25 temmuz 2020 günü açılırsa, divan başkanının seçiminden sonraki tüm işlemler yargısal olarak iptal edilme durumuyla karşı karşıya kalır. Divan başkanı, usüle ilişkin yapılacak itirazları dikkate almak; parti defterlerini zimmetine alarak en uygun zamanda yapılmak üzere kurultayı tatil etmek zorunda kalır.
Yapmazsa ne olur?
Cevap çok açık; parti yönetimi kayyuma devredilir, divan başkanı ve onunla birlikte evraklara imza atan üyeler yargılanırlar.
Nereye geliyoruz?
Kemal bey ve arkadaşlarının gerekli koşulları sağlamadan yapmaya çalıştıkları büyük kurultay, başta sağlık olmak üzere -ölümcül- hukukilik ve meşruiyet sorunlarıyla karşıkarşıyadır.
Peki bu kurultaya -apriori- hukukilik ve meşruiyet kazandıracak, kurultayı olmazsa olmaz yapmamızı zorunlu kılacak, ötelenemez “mecburiyet” durumu ne olabilirdi?
Parti müktesebatımızda ve siyasi partiler mevzuatına göre bu durumun tarifi nettir.
Parti genel başkanının herhangi bir nedenle görevi bırakması halinde, ülkeyi sarsan salgın, deprem, sel felaketi gibi mücbir nedenler ortadan kalkar ve büyük kurultay delegeleri yeni genel başkanı ve Parti Meclisi üyelerini seçer.
Bu kurultaya hukukilik ve meşruiyet kazandıracak tek hamle buydu!
Umut?
Momentum!
Haydi!
Metin Lütfi Baydar