Kemal bey “final” konuşmalarından birisini daha yaptı.
Rahattı ve “başarmış olmanın mutluluğu” ile coşkulu bir nutuk verdi. O da rahatladığına göre artık CHP’nin seçim stratejisini ve alınan sonucu masaya yatırabiliriz.
Durum neymiş?
“Türkiye’nin demokrasi güçleri Kemal beyin doktriner yaklaşımıyla bir araya getirilmiş ve AKP’nin ördüğü duvar tamamen olmasa bile büyük ölçüde yıkılmış”.
Şu demokratik güçlerin bileşenlerine bakmadan önce İstanbul seçim sonucu hakkındaki durumu açığa kavuşturalım.
Kemal bey ve ekibi CHP’nin bu seçimlerde parti olarak aldığı oyu netleştirmekten özenle kaçınıyorlar ve “brüt” rakamlar üzerinden bir başarı hikayesi kurguluyorlar.
Ama durum net!
23 Haziran seçimini de içine alarak baktığımızda AKP karşısında elde edilen mevzilerin paydaşı Kürt siyasal hareketleri ve HDP’dir.
HDP, 1 Kasım seçiminden çıkarttığı dersle akıllı ve sonuç alıcı bir siyaset izlemiştir. Öyle kamuoyuna pompalandığı gibi, Kandil, Öcalan, Demirtaş ve PKK’nın Avrupa ayağı arasında bir çatışma yoktur. Tam bir dil birliği ve HDP’nin stratejik hedefine odaklı bir uyum vardır.
HDP, Batıda CHP’yi kalkan yaparak kitle gücünü saklamış, Doğuda kaybettiği mevzilerin büyük bir bölümünü geri almıştır. İstanbul seçimindeki stratejik hamleleriyle İstanbul Büyükşehir Belediye başkanının “kim olacağına” karar vermişlerdir. O kadar ki, seçimlerden önce Kemal beyi Kürt kanaat önderleriyle buluşturmuş ve AKP oy vermekten imtina eden büyük bir kitleyi CHP adayının arkasına yığmıştır.
Bu buluşmaların moderatörü, partili arkadaşımız aynı zamanda sizi genel başkanlığa taşıyan dava arkadaşınıza ne kadar teşekkür etseniz azdır. Gönlü sizin derin bir hezimet yaşamanıza razı gelmemiş ve hezimeti gizlemenize yardımcı olmuştur.
CHP adayının İstanbul’da bildiğimiz sağdan aldığı oy devede kulaktır. Zaten o oyları, bir önceki aday Mustafa Sarıgül ve Cumhurbaşkanı adayımız Muharrem İnce de almıştı. O oylar kısa kalmıştı. Vurucu hamlenin sahibi HDP’dir.
Sadece İstanbul’da değil, İzmir hariç, Ankara dahil diğer batı belediyelerinde de altın vuruş HDP’den gelmiştir. Onun için ota böceğe, bite pireye değil doğrudan şükranlarınızı sunacağınız adres HDP’dir. Sarılıp sarılıp öpeceğiniz kişi de partilimiz ve sizin “dava arkadaşı”nızdır. Başkaları da var, onları daha sonra açıklarız.
Gelelim şu demokratik güçlerin birliği meselesine. İşin sırrı burada. Parti olarak bugün geldiğimiz yeri anlamamız için bu denklemi açmamız lazım.
Klasik ressamlar, yaptıkları resmi duvara astıktan sonra onun süslü püslü hikayesini yazarlar. Esin kaynaklarını, kullandıkları teknikleri, vermek istediği mesajları, sanki resime başlamadan önce düşünmüşler gibi anlatırlar da anlatırlar. Onlar bırakır, sazı eleştirmenler alır, ressamın aklına dahi gelmemiş nüanslarlarla süslenmiş derin tahliller yaparlar ve o sanatçıyı tapınılası ilahi bir varlığa dönüştürürler. Oysa karşımızda duran Mona Lisa tablosu, “kunduracının karısından” başka birşey değildir.
20. Yüzyılın dahi ressamı Picasso, bu klasik ressamlar ve onların goygoycusu eleştirmenlerle dalga geçmiştir. Birgün, duvarda asılı bir tablosunun önünde duran bir hayranı, genizden gelen bir sesle, “ üstadım bu resminizde neyi anlatmak istediniz?” diye sorar. Picasso’nun cevabı muhteşemdir. “Siz neyi görüyorsanız onu! ” der.
Biz de Picasso gibi yapacağız; tabloyu önümüze alıp ne görüyorsak onu söyleyeceğiz.
Yöntem?
Diyalektik materyalist felsefenin en bilinen yöntemini kullanacağız:
“İnkarın inkarı” ya da öztürkçesi “yadsımanın yadsıması”
Geçmişe giderek bugünkü dinamikleri tetikleyen ana ögeyi bulacağız.
Başlayalım;
AKP’nin iktidar döneminde 2007, 2010 ve 2017 yıllarında üç anayasa değişikliği referandumu yapıldı.
Bugünkü siyasal tablonun tetikleyici hamlesi 2007 referandumuna giden süreçtir.
CHP’nin harekete geçirdiği devlet refleksiyle, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için “TBMM’de nitelikli çoğunluk (367 oy) gerekir” önermesi ortaya atılmış ve AYM kararıyla sonuç alınmıştır. Açıkça söylemek gerekirse taktik olarak doğru ama stratejik yanlış bir hamleydi. CHP bu konuda özeleştiri yapmalıdır.
Nitekim AKPve özellikle AKP’nin en dinamik paydaşı Fetullah Gülen cemaati bu durumu fırsata çevirmiş ve AKP’yi peşinden sürükleyerek rejim değişikliğinin temelini atmıştır.
Burada iki kritik hamle vardır. Birinci hamle Anayasa değişikliği referanduma götürülmüştür. İkinci hamle eş zamanlı olarak seçimler yenilenmiştir.
Referandumdan önce Tayyip beye parti içinden Fetullah Gülen cemaatinin desteğini alan bir gurup adeta şantaj yaparak TBMM’deki seçim için Abdullah Gül’ü tekraren dayatmıştır.
Orada beklenmeyen ama herkesçe bilinen bir aktör, MHP ve lideri Bahçeli, devreye girip CHP’nin ve tabii ki “devletin” kurgusunu bozmuş ve Abdullah Gül’ün 7 yıllığına CB seçilmesini sağlamıştır. Burada dikkat çekici iki husus vardır. Birinci husus, Abdullah Gül cemaatçi değildir ama cemaate sempati duyan ve cemaatin de sempati duyduğu bir isimdir. İkinci husus, o an itibariyle MHP cemaatin “tam kontrolü” altındadır. Bunu kimse unutmasın.
Abdullah Gül’ün TBMM’de CB seçilmesiyle devletin ve CHP’nin gardı düşmüş ve takibeden aylarda neredeyse sessiz sedasız %67,5 katılımın olduğu ve katılanların %67’sinin kabul oyu verdiği bir referandumla cumhurbaşkanının halk oyuyla ve 5+5 yıl iki dönem seçilebilmesinin önü açılmıştır. Düz bakarsak toplam seçmenin sadece % 40’nın oyuyla parlamenter sisteme karşı yapılan bu ilk “suikast” eylemi amacına ulaşmıştır.
Cemaat, 7 yıllığına Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtirdiği gibi müteakip 10 yılı da rezerve etmiştir.
10. Abdullah Gül’ün semirttiği ve devlet kadememelerinde yükselttiği Fetullah Gülen cemaati, kadim devlet refleksini kırmayı hedeflemiş, paralel devlet örgütlenmesine geçmiş ve “öldürücü” darbeyi yapmak için hain bir eylem planı hazırlamıştır.
Eylem planının en önemli parçası yargının ele geçirilmesine olanak sağlayan 2010 Anayasa değişikliği referandumudur.
Bu referanduma katılım %77.3 olmuş ve katılanların %58’i kabul oyu vermiştir. Düz olarak bakarsak toplam seçmen sayısının %48’i evet demiştir.
2010 referandumunda Fetullah Gülen cemaatinin önderliğinde evet oyu veren “yetmez ama evet” sloganıyla sahaya çıkan siyasi aktörlerin, aydınların, sivil toplum yöneticilerinin, irili ufaklı sol partilerin neredeyse tamamı; Kemal beyin adını demokratik güçler olarak koyduğu kitle, 31 Mart seçimlerinde CHP’nin şemsiyesi altına girmiştir.
Bunların bir kısmı halen partide aktif görevdedirler.
2010 referandumundan sonra ne olduğuna bakarsak durum netleşir. Atatürk’ün gençliğe hitabesinde tarif ettiği güruh, ele geçirdiği yargı gücüyle “devletin, tersaneleri dahil” her hücresine sızmıştır. Emniyeti, Jandarmayı, Orduyu, Üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını, milli eğitimi, hasılı neyimiz varsa herşeyi ele geçirmiştir.
Artık, Abdullah Gül ve onun arkasını sıvazlayan cemaat için , 7 yıldan sonra 5+5’le bir on yıl daha garantidir ve onca tasfiyeden sonra son hamle olarak AKP’nin ve Tayyip beyin tasfiyesi an meselesidir.
Ama Tayyip bey, felç edilse de hayatta kalmayı başaran “kadim devletin” harekete geçirdiği reflekslerle duruma hakim olmuş ve bu çeteye karşı amansız bir savaş başlatmıştır. Bu savaşta, “cemaat” Mit, 17-25 aralık vb. yapılan etkili ataklarla Tayyip beyi geriletmiştir.
Ortaya çıkan durumun siyasi hayatını bitireceğini farkeden MHP ve lideri Bahçeli, stratejik bir hamleyle kendisine zarar vereceğini ve deşifre olacağını gördüğü, “cemaatle içli dışlı ilişkisini” dondurmuş ve bugünkü Başkanlık sisteminin yolunu açan hamleyi yaparak Tayyip beyi ve AKP’yi tahakküm altına alacak Anayasa değişikliğini ve 2017 referandumunu örgütlemiştir. Referanduma katılımı ve sonucunu söylemeye gerek yok.
Cemaatin son hamlesi 15 Temmuz kalkışmasıdır. Tayyip bey bu kalkışmayı, samimi muhaliflerinin ve kadim devletin desteğiyle bastırabilmiştir.
Burada altını çizelim ki, cemaatin siyasi ayakları halen MHP ve AKP içinde faaldir. Kolları, ne yazık ki, partimiz, HDP, İyi parti ve diğer irili ufaklı sağ partilerin içindedir ve gene ne yazık ki faaldir.
Yukarıdaki sürecin satır aralarına, yadsımanın yadsıması yöntemiyle, CHP’nin ilk CB adayı Ekmelleddin İslamoğlu’nu, İkinci aday olamayan adayı Abdullah Gül’ü ve son olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu’nu yerleştirebilirsiniz.
Kim itiraz edebilir ki?
Aklı başında olan her partili durumu görüyor.
Ha, bu arada HDP resmin neresinde yer alıyor diye sorabilirsiniz. HDP kendi yolunda yürüyor; taktik ortaklıklarla ve hızlı stratejik hamlelerle Türkiye siyasetinin sol kulvarını dolduruyor.
Ya AKP?
O, ticaret sermayesinin taleplerini karşılamak için kurulmuş bir mekanizmaydı; sermaye yeni oyuncağını yakında sahaya sürer.
İyi Parti? Öyle bir parti mi var? Kahkahalarla gülebilirsiniz.
CHP?
CHP’ye ne kalır, hamallıktan başka?
CHP bu gidişle tek başına iktidar olmayı unutacak ve en önemlisi parti kadrolarının yenilenmesi ve yeniden üretilmesinden vazgeçecektir.
Acaba?
Elbetteki hayır!
CHP örgütleri ve genetik CHP’liler bu durumu düzeltecektir.
Umut ?
Var!
Vakit?
Artık bol!
Haydi!
Metin Lütfi Baydar