Birincisi, Filistin sorununun çözümü için İsrail’in çıkarlarını sağlama alan “yüzyılın antlaşması”dır. Netanyahu İsrail seçimlerini kazanamayınca, üstelik İsrail vatandaşı Filistinliler birleşip parlamentoya hatırı sayılır bir gurup sokunca, sümen altında tutulan antlaşma henüz masanın üzerine konulamadı.
Birincisi, Filistin sorununun çözümü için İsrail’in çıkarlarını sağlama alan “yüzyılın antlaşması”dır. Netanyahu İsrail seçimlerini kazanamayınca, üstelik İsrail vatandaşı Filistinliler birleşip parlamentoya hatırı sayılır bir gurup sokunca, sümen altında tutulan antlaşma henüz masanın üzerine konulamadı.
İkinci plan ise, Suriye’nin kuzeyinde birincisini tamamlayacak bir “çekirdek” Kürt devleti kurma planıdır. Bu plan masanın üstündedir ve Türkiye’nin Suriye operasyonuna ABD öncülüğündeki batıdan yükselen tepkilere bakıldığında “çekirdek” aşamasını tamamlamak üzereydi.
Neydi plan?
Bakalım;
Suriye’de Esat yönetiminin zafiyetinden yararlanılarak, önce mezhepsel çatışmalar körüklenmiş, sonra da çok bilinçli bir şekilde Kürtler üzerinden etnik ayrışma yaratılmıştır.
Kürtlerin ayrıştırıldığı bölgelerde, önce kanton tabanlı yerel yönetimler oluşturulmuş, sonra bunlar bir üst yönetimle birbirlerine bağlanmıştır.
Özerk yerel yönetim modeli üzerinden yürüyerek; ortak eğitim, sağlık, güvenlik ve ordu teşkilatları kurulmuş ve çekirdek devletin nüveleri oluşturulmuştur.
Suriye barış görüşmeleri özellikle sabote edilerek, bu “çekirdek” devletin kurumsallaşması ve bir devlet refleksiyle donatılıp, üçüncü ülkeler nezdinde resmî muhatap alınması sağlanmıştır.
Kritik aşama “kukla” devletin ilanı ve batının tanıması aşamasıydı.
Türkiye, bu aşamayı “zor” kullanarak kesmiştir.
Devlet ilan edilmiş olsaydı, ne görecektik?
Ona da bakalım;
Adı, Kürdistan olmayan ama Kürt kimliğinin altını çizen bir devlet adı olacaktı.
“Çekirdek” devletin sınırları, kuzeyde Bakü- Tiflis -Ceyhan boru hattını takip ederek Akdeniz’e bağlanacak ve ilan edilen devletin fiili sınırları dışında kalan bu bölgeler, Hatay, İskenderun körfezi ve Çukurova dahil, işgal edilmiş topraklar olarak ilan edilecekti.
Batı, bu “genişletilmiş” sınırları da tanıyacaktı.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, 100 yıl önce kapatılmış bir hesabın -Sevr- tekrar açılmasıyla -de facto- karşı karşıya kalacaktı.
Sonra?
Sonrası malum; önce Türkiye topraklarında uçuşa yasak bölge ilanı ve koşar adım bölünmüş bir Türkiye!
Peki biz, CHP olarak bu planın neresindeyiz?
Bu “dış” planın, ülke içindeki moderatörü -kolaylaştırıcısı- olamayız.
Açıkça yazalım;
HDP’nin PKK ile araya mesafe koymasını istemek yetmez; zaten öyle bir talep de gerçeklerle örtüşmüyor.
HDP siyasetinin nihai hedefi, demokratik bir Türkiye cumhuriyetinde ayrılmaz bir bileşen olmak mıdır; yoksa Türkiye’de CHP’nin omuzladığı demokrasi mücadelesinin sağladığı olanakları kullanarak, Suriye’nin kuzeyinde kurulacak çekirdek devleti, Türkiye toprakları içinde “genişletmek” midir?
Günün yakıcı sorusu budur.
Bu soruya verilecek her iki cevap da mevcut CHP yönetimini bağlar.
Önümüzdeki günlerde ve özellikle kurultay sürecinde bu sorunun “gerçeğe en yakın” cevabı, öncelikle mevcut CHP yönetiminin, sonra da parti olarak CHP’nin kaderini belirleyecektir.
Umur?
Umursamazsak yok oluruz!
Haydi!
Metin Lütfi Baydar