04 Kasım 2019

150 kişilik Anayasa komisyonu, 45 kişilik “yeni anayasa” yazım komitesini seçti ve Suriye için, yeni yönetim biçimine geçiş süreci başladı. Süreci provake edecek unsurlar henüz, tam olarak etkisiz hale getirilemedi ama büyük ölçüde geriletildi.

Cenevre’de toplanan Anayasa komitesi, 6 ay içinde yeni anayasayı hazırlayacak ve uygun bir zamanda Suriye halkının onayına sunacak. 2020 yılı içinde parlamento seçimleri, 2021 yılı içinde Başkanlık seçimi yapılarak süreç tamamlanacak.

Peki, bu takvim gerçekten bu kadar net bir şekilde ilerleyebilecek mi?

Reelpolitik buna müsait mi?

Bakalım;

  1. Türkiye, Suriye iç savaşında Esat karşıtı, Sünni güçleri destekleyerek oldukça yüksek bir risk almıştı.

  2. Esat güçleri iç savaşı kaybetmek üzere iken, Rusya’nın ani müdahalesiyle yok olmaktan kurtuldu.

  3. ABD, Suriye iç savaşında Esat’ın devrilmesi hedefinden vazgeçti ve Suriye’yi 3 parçaya bölecek bir stratejiyle Suriye’nin kuzeyine yerleşti.

  4. Türkiye sahadan atıldı ve Suriye’nin 3’e değil 2’ye bölünmesi stratejisi öne çıktı.

  5. Güneyin Esat rejimine bırakıldığı; kuzeyde ise Türkiye Irak ve İran sınırlarını aşan kozmopolit bir “uydu devlet” kurulması için ABD, İsrail ve Fransa’nın, bir plan üzerinde anlaştığı anlaşıldı.

  6. Türkiye, bölgedeki siyasal sıkışıklığını, tarihsel anlamıyla “zor kullanarak” aştı. Bölgedeki iki süper güçle, al-ver yaparak Suriye sahasına askeri gücünü soktu ve yeni Suriye sürecinde bir aktör olarak yeniden “masaya oturdu”

  7. Türkiye’nin dahil olduğu Astana süreci, Türkiye’nin hamleleri sonucunda, bugün için Suriye meselesinin çözümünde “belirleyici” taraf oldu.

  8. Suriye’deki yeni Anayasa sürecinde, İran, İsrail, AB ve özellikle Fransa masadan atıldı.

  9. ABD, Rusya ve Türkiye, toprak bütünlüğü korunmuş yeni Suriye’nin muhtemel “garantör” devletleri olarak Suriye Anayasasında yerlerini alacaktır.

Evet, Suriye’de, T.C. hükümetlerinin ta başında yaptığı ölümcül hatalar, “devlet” refleksiyle bir gecede ezildi ve bölgede kurulan emperyal tuzaklar boşa çıkartıldı.

Reelpolitik, Partimiz CHP’nin, bu süreçte, dar bir bakışla Suriye’deki rejimi, daha doğrusu Esat’ı kollayan bir çizgi izleyen ve rejimle Türkiye Cumhuriyeti arasında kurulacak bir diyalogla “meselenin” çözüleceği üzerine oturan politikasını boşa çıkardı. Hele hele Türkiye’nin
Suriye’ye düzenlediği askeri operasyonun arefesinde, partimiz tarafından İstanbulda bir otelde düzenlenen “Suriye konferansı”, hem yeri, hem katılımcıları, hem programı hem de sonuç bildirisi açısından tam bir felaketti.

Bilinmelidir ki, bu konferans, CHP müktesebatına uygun değildir ve ilerde, “referans olarak alınmayacaklar listesine” eklenecektir.

Peki CHP adına siyaset yapanlardaki temel eksiklik nedir?

Buna da bakalım;

  1. Siyaset kurumu, “stand up” -ayaküstü-

    yapılacak açıklamalara, laf sokmalara, ironilere açıktır.

  2. Donanımı yeterli olmayan siyasiler, önlerindeki sorunları derinlemesine inceleyip, hatta öğrenip çözüm önerileri geliştirmek yerine, “stand up” gösterinin bu tür araçlarından yararlanarak popülist bir karizma yaparlar.

  3. Gerçeğin soğuk

    rüzgarı yüzlerine vurunca, özeleştiri yapıp bilgi ve donanım eksikliğini tamamlamak yerine, kel alaka başka bir konuya atlayıp aynı umursamazlıkla stand up’a devam ederler.

  4. Sadık seyirci olarak gördükleri seçmenleri, o anın yakıcı sorunundan uzaklaştırarak, başka bir platforma yönlendirirler.

  5. Bu durum sadece Suriye politikası için geçerli olsa iyi. Partimizin örtük ya da açık müttefikleriyle kurduğu ilişkide de aynı sorunlar var.

  6. Geçirdiğimiz genel seçim ve yerel seçim süreçleri sonunda geldiğimiz noktada, elde edilen “parlak” başarının paydaşları, Cem Karaca’nın ünlü şarkısında olduğu gibi “kes lan!” demeye başladılar.

Kafamızı kaldırıp etrafa bakmanın zamanı geldi. Türkiye’nin 21. yüzyılda bağımsız bir devlet olarak kaderinin şekillendiği bir dönemde CHP, ülkemizin taraf olduğu konularda iç siyasetin argümanlarına teslim olamaz.

İçimiz yanmadan, bağrımıza taş basmadan, yüksünmeden, gücenmeden; “sözkonusu vatansa gerisi teferruattır” düsturuna bağlı kalarak devletin davet edildiği ve devletin davet ettiği her “masada” yerimizi almalıyız.

Yetmez.

Ermeni dosyası, Kürt devleti, Doğu Akdeniz’deki stratejik kuşatmanın yarılması ve başlı başına bir AB’ye giriş stratejisi konuları partimizin çözüm önerilerini bekliyor.

Siyaseti, içeriden ve dışarıdan “kulak”lara üflenen “sufle”lerden kurtarıp kendi laflarımızla örülmüş “nutuk”lara taşımalıyız.

Yaşasın “tam bağımsız, laik ve demokratik” Türkiye Cumhuriyeti!

Yaşasın Cumhuriyet Halk Partisi!

Haydi!

Metin Lütfi Baydar