Kurultaya biraz daha yaklaştık. Tartışılacak ve karara bağlanacak konular netleşmeye başladı.
Neler var bakalım;
FETÖ’nün siyasi ayağı tartışması partimizi de içine alarak alevlendi.
CHP’nin yönettiği ya da yönetimini devraldığı belediyelerde işlerin iyi gitmediğini gizlemenin alemi yok. Yerel sorunlarda yetersiz kalan belediye başkanları, genel politikaya kayıp partinin imajını zedeliyorlar.
Bir tüccarın Kızılay ki, kamu yararına çalışan bir dernek statüsündedir, üzerinden aşırtarak iktidar yanlısı vakıflara bağış görüntüsü altında finans aktarması, ülkemizdeki genel siyasetin finansmanı modelinin tipik bir örneği olarak önümüze geldi. Bu tartışmanın, yönettiğimiz ve mevcut iktidarla benzer yöntemleri kullanan belediye başkanları ve Parti yöneticileri üzerinden bumerang gibi dönüp partimizi de altına alacağı gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Suriye meselesinde CHP olarak yol ayrımına geldik. Esat güçlerinin askerlerimize saldırmasının ve yaklaşık 1 milyon Suriyeliyi sınırlarımıza doğru sürmesinin ortaya çıkardığı manzara CHP yönetiminin daha önce kamuoyuna yaptığı Esat yanlısı izahatları boşa düşürdü.
CHP, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’tan başlayıp Libya’ya, hatta Tunus’a kadar uzanan politik atakların ve Türkiye adına atılan adımların dışında kaldı.
Ege adaları konusunda Yunanistan’ın “kıta sahanlığı-hava sahası” üzerinden “de facto” oluşturduğu statüko, Türkiye’nin “münhasır ekonomik bölge” tezini öne çıkarmasıyla birlikte zemin kaybetti. Biz bu tartışmanın da dışında kaldık.
Kanal İstanbul tartışmasıyla birlikte, Ege denizi, Çanakkale boğazı, Marmara denizi, İstanbul boğazı ve Karadeniz’i içine alan 20 Temmuz 1936 tarihli Montrö sözleşmesinin akıbeti gündeme geldi. Partimizin doğrudan siyaset üretmek yerine, gayet mahçup bir girişimle eski büyükelçiler üzerinden tartışmaya dahil edilmesi siyasi bir zafiyettir; daha da ötesi “harakiri”dir.
İngiltere’nin AB’den çıkışıyla birlikte Türkiye’nin AB üyeliği perspektifinde paradigma-sorunsal- değişti. Türkiye’nin batılılaşma tezinde, siyasi çıkarlarıyla ekonomik çıkarlarının çelişeceği bir kavşağa geldik.
Artık, önümüze gelen her topa, ya da -sözde- siyasi müttefiklerimizin attığı her pasa gelişigüzel vurmayı bir kenara bırakmalıyız. Günün, anlık meselelerini dramatize ederek ya da gereğinden fazla abartarak daha fazla yol alamayız.
Ulusal ve uluslararası sorunlarda bilgiye dayalı, parti müktesebatına ve ilkelerine uygun, tutarlı ve sürdürülebilir politikalar üretmenin yolu, tam bir kadro ve zihniyet değişiminden geçmektedir.
CHP, CHP gibi olmalıdır.
Haydi!
Metin Lütfi Baydar