07 Eylül 2019

Partimizin İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu’na sosyal medyada açıkladığı kişisel düşüncelerinden ve fikirlerinden dolayı verilen hapis cezasını telin etmek, - lanetlemek - herkesten önce bütün CHP’lilerin asli görevidir.

Düşünce suçu çağdışı bir suçtur ve bütün yasalarımızdan temizlenmelidir.

Canan Kaftancıoğlu’nun bütün düşüncelerine katılmak zorunda mıyız? Tabii ki hayır.

Karşı çıkılması gereken şey, düşüncenin suç olarak algılanıp cezalandırılmasıdır.

Yargılama konusu olan ve sosyal medya aracılığıyla açıklanan düşüncelere ve kullanılan ifadelere gelince, tamamen kişisel -öznel- nitelikte olduklarını söyleyebiliriz.
Bunların, CHP’nin kurumsal kimliği, söylem biçimi ve siyaset yapma tarzıyla tam olarak örtüşmediğini de belirtmeliyiz.

Buradaki sorun nedir?

Bakalım;

  1. CHP yönetimi, parti kimliğinin gerektirdiği bir söylem birliği oluşturmak için, tepeden zorlayıcı olmadan, parti içi demokratik tartışma platformlarını canlı tutmalı ve partililer “içlerindeki ukdeleri” serbestçe ifade edebilmelidir.

  2. Farklı düşüncelerin cezalandırılmayacağı inancı önce partililerde oluşmalıdır.

  3. Partiyi temsilen konuşanlardaki; genel başkan dahil, söylem birliğinin temeli, parti içi demokrasinin tam ve eksiksiz olarak işletilmesidir. Şahsi fikirleri olan partililer, bu fikirlerin parti söylemine katkı yapacağı inancıyla hareket ederler ve partili olmanın gereklerine uyarlar ya da fikirleri partimizin kuruluşundan bu yana gelişmiş ve olgunlaşmış fikriyatıyla uzlaşmaz çelişkiler taşıdığını düşünenler, kırmadan, dökmeden parti ile yollarını ayırırlar.

  4. Partimizi parlamentoda, yerel yönetimlerde, örgütlerde temsil edenlerin, partili kimliğiyle yaptıkları eylemler nedeniyle yargı üzerinden baskı altına alınması, cezalandırılması durumunda, CHP üst yönetimi, hamaset, ajitasyon vb. yollara sapmadan, koruyucu, kollayıcı her türlü hukuki, sosyal ve siyasi olanağı zorlayarak/kullanarak “evlatlarını” esaretten kurtarmalıdır.

Doğrusu, CHP üst yönetiminin bu alanda pek de başarılı olduğu söylenemez.
Canan Kaftancıoğlu ile birlikte, İstanbul’da siyaset yapan 3. kişi de yargısal baskının çemberine girmiştir.

Bunlardan birincisi ve en “yaralayıcı” durumda olan partilimiz Enis Berberoğlu’dur ve halen yargısal baskının esareti altındadır ve açıkça söyleyelim, aktif siyasetin dışındadır.

İkinci partilimiz Eren Erdem’dir ve tabiri caizse Enis Berberoğlu’nun sokulduğu aynı cenderede muhtemel sonuca doğru yürümektedir.

Görülen o ki, Canan Kaftancıoğlu da aynı cendereye sokulmuştur.

Artık, bu “saldırının” nedeni şundandı, bundandı deme kolaycılığını; hamaseti, ajitasyonu, popülist duyguları “gıdıklamayı” bir yana bırakıp siyasi paradigmayı-sorunsalı- değiştirmeliyiz.

Sistem iki partili bir mecraya doğru ilerliyor. Başat parti olarak, küçükleri bir kenara itip; kime, hangi partiye angajmanlarımız varsa bir an önce “iptal” edip, iktidar partisiyle masaya oturmalıyız.

Anayasadan başlayarak her konuyu çatır çatır müzakere etmeliyiz.

Siyaset, öncelikle, her an ve her durumda “eşitlerin” ve başatların, mücadele, müzakere ve deyim yerindeyse “pazarlık” alanıdır.

Bu alanı kullanamazsanız, ikincil ve üçüncül, küçük, konjonktürel ve marijinal partiler devreye girer ve hem sizi, hem de muadilinizi-aynı ağırlıkta olanı- ve doğal olarak muhatabınızı esir alır.

Mevzii başarılarınız onlara yazılır ve çıktığınızı sandığınız zirveden uçuruma yuvarlanırsınız.

Umut?

Devam ediyor!

Haydi!

Metin Lütfi Baydar