Berlin konferansının Suriye ile doğrudan bir ilintisi olmadığı söylense de, Arap coğrafyası ve dinler tarihi açısından bakıldığında, Suriye ve Libya’nın; her ikisinin de bir kaç asır Osmanlı idaresinde kaldığını göz önüne alırsak perde gerisinden sıkı sıkıya bağlı olduğunu görürüz.
Osmanlı, Balkanlar’da patlayan savaşların etkisiyle önce Libya’yı İtalyanlara, Sonra da Suriye’yi Fransızlara kaptırmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, kuruluşundan itibaren; Suriye’de Fransızların attığı kazığı peyder pey temizlemiştir.
Barış Pınarı harekatı sonrası ABD ve Rusya ile yapılan mutabakatlar, Fransa’yı Suriye denkleminin dışına itmiştir.
Suriye’de rejim ve muhalifleri yeni anayasa üzerinde çalışıyorlar. Anlaştıkları anda Fransa’nın Suriye’de kurduğu devletin çarpıklıkları giderilecektir.
Burada anti parantez belirtelim, aynı durum Lübnan için de geçerlidir. Eninde sonunda Lübnan’daki şu anda toplumu zorlayan çarpıklığın müsebbibi Fransa’nın kurduğu devlet yapısı da değiştirilecektir.
Libya’daki durum daha da kaotiktir. Kaddafi döneminde görece istikrarlı bir görüntü veren Libya, ABD kaynaklı estirilen Arap baharı rüzgarının Tunus’tan sonraki hedefi olmuştur. Ülke içinde Tunus’a benzer bir seyir izleyen toplumsal çalkalanmaların Kaddafi’yi deviremeyeceği anlaşıldığında, Kaddafi’den aldığı seçim rüşvetinin ortaya çıkacağından ürken ve paniğe kapılan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy Libya’yı bombalamış ve “de facto” NATO dahil bütün müttefiklerini savaşa sürüklemiştir. Kaddafi’yi yok etmiştir ama başkanlık seçimini kaybetmiş ve “rüşveti” sümen altı edememiştir. Bugün yarın yargıçların karşısına oturacaktır.
Parça pinçik olan Libya’yı toparlamaya Birleşmiş Milletler talip olmuş ve çatışan bütün tarafların kabul ettiği şimdiki meşru hükümeti oluşturmuştur.
Ancak, başta siyasi oluşuma evet diyen taraflardan birisi olan Hafter, yönetimi oluşturan unsurlardan bir bölümünün aşırı İslamcı, İhvancı ya da IŞİD mensubu olduğunu ileri sürerek silahlı çatışma çıkartmıştır.
Suriye ve Lübnan’da gerileyen Fransa, bunun hıncını çıkartmak için Hafter önderliğindeki isyancı silahlı gurupları desteklemiştir.
Sadece desteklemekle kalmayıp, siyasi nüfuzunu kullanarak başka ülkelerin de desteğini almıştır ve Libya’daki durumunu maskelemek için Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarıyla ilgili ihtilaflarda aktif taraf olarak katılmıştır.Rusya’nın, Mısır’ın ve Birleşik Arap Emirliklerinin Libya’daki isyancı unsurlara destek vermesinde etkin olan ülke sanılanın aksine ABD değil Fransa’dır.
Ancak Türkiye, Fransa’nın; Suriye de olduğu gibi önce Doğu Akdeniz’deki, sonra da Libya’daki pozisyonunu bozmuştur.
Türkiye’nin devlet refleksi, peşpeşe gelen Suriye, Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Libya hamleleriyle; doğuda İran’dan başlayan kara sınırlarını, batıda denizden devam ettirerek Libya’ya kadar tahkim etmiştir.
Bundan sonra Libya’da ne olacaktır?
Bakalım;
Türkiye, Libya’ya asker gönderme kararı alarak Doğu Akdeniz’deki kuşatmayı yarmıştır.
Berlin konferansının yapılma tarihini öne çeken en önemli hamle, Türkiye ve Rusya’nın birlikte sağladığı fiili ateşkestir.
Berlin konferansı aslında devam etmesi gereken ama Fransa’nın provokasyonlarıyla sekteye uğrayan siyasi süreci canlandırmıştır.
Türkiye, an itibariyle Libya’da askeri karargahını kurmuş ve çok iyi Arapça bilen Genel kurmay 2. başkanı korgeneral Metin Gürak’ı geçici görevle komutan olarak görevlendirmiştir. Karargah iki generalle daha takviye edilecektir.
Libya’daki TSK karargahı, mevcut hükümeti destekleyen aşiretleri ordu düzenine sokacak ve isyancı saldırılara “düzenli ordu” disipliniyle karşı koyma tekniklerini öğretecektir.
Askeri istihbarat birimleri, Hafter saflarında yer alan aşiretlerin mevcut hükümetle temas etmesini teşvik edecek ve Hafter saflarında yer alan yabancı ülke mensuplarını tecrit edecektir. Hafter güçleri içten çökertilecektir.
Berlin konferansında nihai hedefe konulan birleşik Libya devletinin kuruluşu için seçimler yapılacak ve Libya da, Tunus gibi, Cezayir gibi bir dönüşümle istikrara kavuşturulacaktır.
Burada keselim ve soralım;
Kemal bey ve yönetiminin, Libya stratejisi, Türkiye cumhuriyeti devlet refleksiyle uyumlu mudur?
Kemal bey ve yönetiminin CHP’yi; Türkiye’nin dış politikasını iç politikanın dar koridorlarına hapsederek, -ki bu siyaseti de ayrı bir yazıyla sorgulayacağız- ülke içi iktidar mücadelesinin bir parçası haline getirmesi, tarihten gelen misyonuna, müktesebatına uygun mudur?
Her iki sorunun cevabı da ne yazık ki “hayır”dır.
Parti sözcüsünün oldukça zorlama bir mantık yürütmeyle, Libya konusundaki gelişmelerin Kemal beyin öngörülerine uygun olduğunu söylemesi tam bir garabettir.
Açıkça yazalım;
Kemal bey, Libya’da çatışan taraflar arasına BM barış gücünün yerleştirilmesini önermiştir. Bu önerme bilgi eksikliğini göstermektedir.
Çünkü zaten, mevcut hükümeti BM kurmuştur ve BM Trablus’ta bir misyonla temsil edilmektedir.
ibya’da sorun olan durum, yasal ve BM tarafından kurulmuş hükümete karşı isyan eden Hafter taraftarlarının silahlı saldırılarıdır.
İsyancıyla yasal hükümet arasına BM barış gücü yerleştirilmesi önerisi tam bir diplomatik skandaldır.
Eğer ciddiye alınırsa, ülkemiz dahil her türlü bülücü saldırıya maruz kalmış ülkeler için ölümcül bir örnek teşkil edecektir. Bu tam bir sorumsuzluk örneğidir.
Türkiye Doğu Akdeniz’de çizdiği münhasır ekonomik bölge sınırını sabitlemek zorundaydı. Bu sınıra evet deyip, son tahlilde sınırı korumaya matuf asker göndermeye hayır demek tam bir çelişkidir.
CHP’ye yakışan, an için fiili durum olarak ortaya çıktığı gibi; “çatışmaya girmemek, eğitim ve lojistik destek vererek ateşkesi sağlamak ve yerel unsurları düzenli bir devlet yapısı kurmaya teşvik etmek” şartıyla, hükümetin TBMM’ye sunduğu tezkereye “evet” demekti.
CHP’nin verdiği “hayır” oyunu, tevil yoluyla “evet”e çevirmek mümkün değildir. Partilileri aptal yerine koymanın alemi yok. Çok bilindik bir laftır; “zırva tevil götürmez”
Burada özellikle belirtilmesi gereken bir husus daha var. Kemal beyin, Suriye’de çatışan taraflarla Libya’da çatışan taraflar arasında kurduğu paralellik tamamen yanlıştır. Şöyle ki;
Suriye’de Arap baharı Esat’ı -henüz- devirememiştir.
Libya’da ise Kaddafi yok edilmiştir.
Suriye süreci, rejimin takviyesi ile değişimi arasında gidip gelmektedir.
Libya sürecinde ise rejim ve devlet yerle birdir ve yeni devletin ve dolayısıyla da yeni rejimin inşasına çalışılmaktır.
Anlaşılan o ki, CHP’nin yeni, canlı ve dinamik bir dış politika vizyonuna ihtiyacı var.
Yaklaşan kurultayın karara bağlayacağı konulardan birisi de bu olacaktır.
Haydi!
Metin Lütfi Baydar