Öyle ki, Parti merkezinin koridorlarında dolaşan bir sineğin vızıltısı bile, özel efektlerle ses duvarını aşan patlamalara dönüştürülmektedir.
Eğer gerekli özen gösterilmez, partili olma bilinci ve sorumluluğuyla davranılmazsa“yıkıcı”
durumlarla karşılaşabiliriz.
Mesela şu, CHP MYK’da bir çetenin varlığı meselesine bakalım.
Parti sözcüsü arkadaşımız, bu sava karşılık olarak, “CHP MYK’da çete arayanlar, karşılarında Kuvayi Milliye ruhunu bulurlar” şeklinde oldukça parlak ve “romantik” bir savunma yapmıştır.
Bu savunma, tarihi bağlamına baktığımızda, karşı savı haklı çıkaracak bir “ironiye”-tersinden onaylama- sahiptir.
Kuvayi Milliye, kurtuluş savaşımızın en önemli ama en sorunlu parçasıdır. Bu durum cumhuriyet tarihimiz için de geçerlidir.
Kuvayi Milliye konusuyla yüzleşmeden önce birkaç hususun altını çizelim;
Cumhuriyet Halk Partisinin üzerine oturduğu, ayaklarını bastığı zemin, sanılanın ve bilinenin aksine “Kuvayi Milliye” değil Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyetidir.
CHP’nin fiilen kurulduğu Sivas kongresi kararlarından birisi de Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk cemiyetlerinin birleştirilmesidir. O kadar ki, kongre kararını takiben o an için Osmanlının bir parçası olan Sivas valiliğine bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından verilen bir dilekçe ile bu durum yasallaştırılmıştır.
Daha da ötesi, Sivas kongresi kararları, “Misak-ı Milli” kararı dahil İstanbul hükümeti tarafından kabul edilmiştir. Anadolu’da yayılan özgürlük rüzgarı Sadrazam Damat Ferit’i koltuğundan etmiş ve İstanbul hükümeti ile kısa süreli bir görüş alışverişi yapılmıştır.
Sonrası malum, Damat Ferit İngilizlerin desteğiyle tekrar sadrazam olmuş, İngilizler İstanbul’u resmen işgal etmiş ve Saltanat şeyhülislamı, Fevzi -Çakmak- Paşa hariç, Mustafa Kemal ve arkadaşları için idam fetvası vermiştir.
Gelelim Kuvayi Milliye’nin oldukça dramatik serüvenine;
Mondros mütarekesi ile Osmanlının beyin ölümüne karar verildiğini hisseden, Anadolu halkı kendiliğinden oluşan bir vatanı koruma içgüdüsüyle “çeteler” şeklinde örgütlenmiştir.
Osmanlının yerel memurları, subayları, öğretmenleri, o bölgenin ileri gelenleri silahlanmış ve esnaf ve köylülerden bir şekilde elde ettikleri maddi desteklerle mücadeleye girmiştir.
Bu mücadeleye büyük ölçüde yerel halkı haraca kesen lümpen çeteler de dahil olmuş, fırsat bu fırsat deyip halkı soyup soğana çevirmiştir.
Yerel mücadelede esas hedef işgalci güçlerle işbirliğine meyyal Osmanlının Ermeni, Rum ve Yahudi tebaasıdır.
Bazı çeteler, milli mücadelenin ruhunu bir kenara bırakıp azınlıkların mallarına ve sermayesine el koymuştur. Bugünün zengin ailelerinden bir bölümünün kökünde bu türden bir Kuvayi Milliye damarı vardır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kuvayi Milliye çetelerinin ulusal direnişten daha çok yerel hakimiyete odaklandığını görünce milli orduyu kurmuş ve yerel milisleri bu orduya katılmaya davet etmiştir.
Kuvayi Milliye güçlerinin önemli bir bölümü milli orduya katılmış ama yerel ölçekte kendini güçlü hisseden sayıca az ama ateş gücü yüksek guruplar başına buyruk davranmaya devam etmiştir.
Zaten kurtuluş savaşından zaferle çıkmanın kesinleştiği günlerde bu guruplar -Çerkez Ethem , Demirci Efe vb-başkaldırmış ve tabiri caizse milli mücadeleyi sabote etmişlerdir.
Savaş devam ederken açılan ilk TBMM’de, yerelden gelen Kuvayi Milliyeciler de temsil edilmiştir.
Lozan görüşmeleri esnasında, meclisteki Kuvayi Milliyeci guruplardan bir kısmı, yerelden aldıkları güçle merkezi hükümeti zapturapt altına almaya çalışınca, meclis seçimleri yenilenmiş ve bu gurupların tamamı tasfiye edilmiştir.
Bir müddet kabuğuna çekilen bu guruplar, Atatürk’ün ölümünü takiben genç cumhuriyetin temel kurumlarına sızmışlardır. İstihbarat, jandarma, polis ve yerel yönetimlerde kökleşmişlerdir. Sivil toplumda örgütlenmişlerdir.
1950-60 döneminde DP iktidarını da kullanarak TSK içinde örgütlenmişlerdir.
CHP’nin yapılacak seçimi kazanacağı anlaşıldığında, partimizin önünü kesmek için 27 Mayıs 1960 darbesini yapmışlar ve faturayı da partimize kesmişlerdir, hatta ödetmişlerdir.
Ondan sonrası malum, Türkiye’yi 12 Eylül darbesine sürükleyen “derin devlet” operasyonlarının altında bu Kuvayi Milliye “çetelerinin” kalıntıları vardır.
Burada keselim.
Partimiz, zorlu bir mücadeleden çıkıp bir devlet kurmuştur. Bu devleti kurarken, onca zorluğa rağmen meşruiyetten bir milim sapmamıştır. Partimiz, çetelere teslim olmamış, çeteleşmeden medet ummamış, milli orduyu kurmuştur. Partimiz sağlam bir temel atmıştır.
Eğer bir kişi bile, parti yönetiminde çete var kuşkusunu taşıyorsa, bırakın çeteyi, çetenin kokusu bile yeter; lafın gittiği herkesin, “Kuvayi Milliye” zırhını kuşanmasına müsaade edilemez.
Cumhuriyet Halk Partisinin genel başkanı olarak Kemal bey, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığını yapmalı ve zihinlerde netleşen “çete” resmine giren yol arkadaşlarını kapının önüne koymalıdır. Koyacaktır.
Koymazsa ne olur?
Sinek vızıltıları önce uğultuya dönüşür, sonra gürültü sınırları aşılır, daha sonra da ses duvarı yıkılır. O kadarla da kalmaz; partimiz mahvolur.
Önümüzdeki Kurultayda, Kuvayi Milliyeden başlayarak bütün parti muktesebatı temize çekilmelidir.
Tarihin CHP’nin önüne koyduğu ev ödevi budur.
Haydi!
Metin Lütfi Baydar