Kemal beyin, aşağıdan yukarıya sıralı olarak parti organlarının süzgecinden geçirmeden tek başına yazıp deklare ettiği ve kurultay delegasyonuna onaylattığı bu metin, ne yazık ki ne partili kamuoyunda, ne de seçmen nezdinde beklenen fırtınayı yaratamadı. O kadar ki, yaptığımız gözlemler, hem milletvekilleri, hem de kurultayın örgüt tarafından seçilmiş delegasyonu, kurultayın sonuçlandığı an; daha o gün bu “muhteşem” manifestoyu zihinsel olarak çöpe attılar.
Nitekim bunu farkeden Kemal bey, yeni seçilen PM’nin ilk toplantısında, “iktidar manifestosu” metnini küçük kağıtlara bastırıp PM üyelerinin cebine koymayı düşündüğünü söyledi ve PM üyelerine bu metinleri gittikleri heryerde, 3’er 5’er dağıtmalarını görev konusu yaptı ve bir bakıma emretti.
Kemal bey emretmeyi seviyor. Parti tüzüğüne göre PM, genel başkanın emrinde olmayan bir organdır ve parti müktesebatına göre de yetkileri ve sorumluluk alanları genel başkana eşittir.
Genel Başkan mesela, bir il başkanını -o da PM’den yetki alırsa- görevden alabilir ama bir PM üyesinin kılına dokunamaz.
PM gerekirse genel başkandan hesap sorabilir, hatta parti adına yapacağı iş ve eylemleri sınırlayabilir.PM aynen Genel Başkan gibi partiyi seçimli ya da seçimsiz kurultaylara götürebilir. Kemal beyin seçtiği MYK üyelerini tek tek tabiri caizse “mengeneden” geçirebilir.
CHP Parti Meclisi, enine boyuna tartışıp kağıda dökmediği bir metni, sırf Genel Başkan istedi diye cebine koyup kapı kapı dolaşamaz.
Tabii ülke geneline hakim olan, Tayyip beyin parti devleti alışkanlıklarının, Kemal beye de sirayet ettiği görülmektedir. Tek adamlı iktidarın yönetimsel cinlikleri, partimizi de “tek adamlı” yönetim tarzına itmiş olabilir.
Bu konuyu burada kesip, şu meşhur dostlarımızla birlikte iktidara gelme hikayesine dönelim.
Kemal bey, 2010’da genel başkanlığa aday olurken partiyi büyütme sözü vermiş ve hatta hedef oy olarak da %40’ ı geçmeyi vaat etmişti. Geçemezsem genel başkanlığı bırakırım, demişti.
Partimiz o günden bu yana, tek başına bırakın %40’ı hiçbir seçimde %25’leri geçemedi.
O kadar ki, CB seçimlerinde Kemal beyin; kafasındaki sağcı adaydan vazgeçip ani bir refleksle adeta “arkadan ittirerek” partimizi temsilen aday yaptığı partilimiz, CHP’den 8 puan daha fazla oy aldı ve ancak %30’u geçtik.
Kemal bey CB seçimlerindeki bu çapraşık durumun genel başkanlığını tehdit ettiğini gördü ve partiyi büyütme iddiasından vazgeçerek yeni bir “hikaye” yazdı.
Dostlar hikayesi böyle başladı. Bu hikaye, konjonktürel faktörlerin de yardımıyla yerel seçimlerde kısmen tuttu.
Büyükşehirlerde belediye başkanlıkları kazanıldı ama “dostlarla yapılan dayanışma”, belediye meclislerine yansıyamadı ve seçilmiş belediye başkanlarımız, tıpkı ünlü Meksikalı -köylü- devrimci Zapata gibi kendilerine pusu kuranların kalesine tek başlarına gönderilmiş gibi oldular.
Zapata’nın dostları ortadan kaybolmuştu ve sağ çıkması mümkün değildi. Delik deşik ettiler.
Ne yazık ki, Ankara, İstanbul, Adana, Mersin gibi bazı Büyükşehir belediye başkanlarımız için de durum farklı olmayacak. Kemal beyin gaz vererek, destan yazıyorlar dediği başkanlarımız, herkes biliyor ki dokuz doğuruyorlar.
Dostlarımız, daha doğrusu Kemal beyin kastettiği “dostlar” kimler bir de ona bakalım;
Dostların en dinamik olanı HDP’dir.
Dostların en cin olanı İyi Parti’dir.
Dostların en etkisiz ama “prestijli” olanı Saadet Partisidir.
Bunlar görünen dostlarımızdır.
Bir de aslında dost gibi görünmeyen, iktidarla ölüm kalım savaşına girip ağır hasar aldıkları için arkamıza saklanan “defacto” dostlarımız var.
Peki bütün bu dost meclisini biraraya getiren yaşamsal talep nedir?
İlk bakışta temel talebin demokrasi olduğu görülüyor.
Demokrasi için de baştaki “tek adamın” alaşağı edilmesinde herkes hemfikir.
Sonra?
Sonrası oldukça karışık.
Çünkü Kemal beyin görünen ya da görünmeyen dostlarının büyük bir bölümünün, partimiz CHP’den farklı olarak hem devletle -cumhuriyetle de diyebiliriz- hem de iktidarı paylaşan partilerle ayrı ayrı hesaplaşma ajandaları var. Bu ajandaların tıpkı İran’daki gibi, tıpkı Yugoslavya’daki gibi, tıpkı Irak’taki gibi, tıpkı an itibariyle Suriye’deki gibi, Libya’daki gibi devleti -cumhuriyeti- paramparça etme potansiyeli var ve biz bu çatışmayı yönetemeyiz. Bu iş, Kemal beyin boyunu aşar.
Kemal bey, “dostlarla iktidara yürüyeceğiz” hikayesiyle genel başkanlığını bir müddet daha sürdürmek için CHP’nin kadim ilkelerini bir kenara bırakma aymazlığına düşebilir. Biz, partimiz, CHP olarak düşemeyiz.
Laiklik ilkesini rafa kaldırdık, bakın neler oldu?
Devletçilik ilkesini kenara koyup neoliberal sosyal devlet tezine sarıldık, bakın neler oldu?
-Atatürk- Milliyetçilik ilkesini kenara koyduk, bakın neler oldu?
Devrimcilik ilkesini hepten kırk kilit altına aldık, bakın neler oldu?
Cumhuriyetçilik ilkesini kenara koyduk, bakın neler oldu?
Halkçılık ilkesini kenara bırakıp, halk kuyrukçuluğu -popülizm- labirentlerine daldık bakın neler oldu?
Biz devleti kuran partiyiz. Devlet kristal bir vazodur. Onun hoyratça paramparça edilmiş halde teslim alınması projesine dahil olamayız. Onu, sorumlu bir parti olarak ve yürekten çalışarak “tek başımıza” kırmadan, dökmeden ve şüphesiz halkın oyuyla mevcut iktidardan teslim almalıyız ve özenle koruyarak, geliştirerek gelecek kuşaklara taşımalıyız.
Yapılacak işler bellidir.
En yakın parti faaliyetinden başlayıp geriye doğru giderek esaslı bir muhasebe yapılmalıdır.
Şöyle ki,
Behemehal şu dostlar hikayesi bir kenara bırakılmalıdır.
Önümüzdeki yıl Nisan- Mayıs gibi olağanüstü büyük kurultayı, olağan koşullarda yeniden toplamalı ve partimizin tek başına iktidarı için gerekli bütün hazırlıkları, kadrolar dahil, tartışarak oluşturmalıyız. Oradan buradan kadro devşirmenin alemi yok. CHP’nin temel ilkelerine; lafta değil, özde, kalpten inanarak, bunu tüm Türkiye’ye göstererek geri döndüğümüzü göstermeliyiz.
10 yıldır toplumu sarsan tek bir proje üretmeden geçirilen zamanı telafi etmek zorundayız artık. Kapsayıcı, esaslı bir iktidar ve dönüşüm proğramı hazırlanmalıdır. Bu programda, işçi de işsizde, işadamı da esnaf da, Türk de Kürt de, Alevi de Sünni de; yani herkes kendisini görebilmelidir.
Seçimlerin 2023 haziranından önce yapılmasını zorlayan her türlü girişimi kapının önüne koymalıyız. Şu, erken seçim ha oldu ha olacak havasını basarak, örgütü Pavlov’un deney hayvanına çevirme alışkanlığı terkedilmelidir.
Henüz vakit varken, bırakın en düz üyeden en üst partiliye kadar herkes geleceğe dair fikir, plan, proje üretsin, tartışsın. Ortaya prıltılı, ışıltılı bir “şey” ler çıksın.
Olağanüstü kurultayı takiben gerçek bir partili ve muhtemelen genel başkanımız olan CB adayıyla tam iki yıl geceli gündüzlü çalışılmalı, devleti kuran parti olarak; CHP olarak “vazoyu” teslim almaya odaklanılmalıdır.
Cumhuriyetimizin 100. yılında iktidarda olmanın gururunu taşıma hakkı CHP’nindir. Bu ertelenemez bir taleptir ve halk her zamankinden daha çok buna hazırdır. Halkı, dostlarımız ayağına, onun bunun kapısına yollamanın alemi yoktur. Halkın yeri Cumhuriyet Halk Partisidir.
An itibariyle CHP’ye zaman ve zemin kaybettirenlerin/kaybettireceklerin vebali büyüktür.
Umut!
Momentum!
Haydi!
Metin Lütfi Baydar