Kemal bey, sondan 14. konuşmasını da yaptı.
Diğer tek adam, başka konularla meşgul olduğu için Kemal bey, basından derlenmiş eften püften konuları sivrilterek, onun boşluğunu siyasi magazin malzemesi olmuş diğer şahsiyetlerle doldurdu.
Acayip bir durum;
Bir CHP genel başkanı, Kemal bey cesaret edemedi ama, aslında “a priori” -ön kabul- olarak devleti yönetmeye talip olan ve bu niteliklere haiz kişi demektir.
Bir genel başkan, ya da muhayyel Cumhurbaşkanı, devletin memurlarına, kerameti kendinden menkul, marijinal, yerli ya da yabancı şahsiyetlere, siyasi kimlik giydirerek konuşma kolaycılığına tenezzül edemez.
O işlere, partinin üçüncü kademe kadroları bakar.
Bir de şu, Kemal beyin meşhur 13 maddelik Türkiye’nin sorunlarına çözüm öneren manifestosu var.
Tekrarın gücüne inanıyor ya, sık sık atıf yapıyor.
Bugün, günlük haberleri takip eden ortalama bir lise talebesine, oğlum ya da kızım, Türkiye’nin belli başlı problemlerini sıralayan bir kompozisyon yaz deseniz, liyakatten başlar, döviz kurlarıyla devam eder, vergi adaletsizliğinden çıkar.
Siyasetçiler, öyle lise talebeleri gibi çalakalem kompozisyon yazamazlar.
Siyasetçiler, sorunu tam tarif ederler, çözümü gayet anlaşılır bir şekilde; iktidarın değil, halkın önüne koyarlar. Halk anlar.
Tabii, bütün bunlar neden oluyor?
Gene bir seçim arefesindeyiz.
Gene parti “el kapılarında” dolaşıyor.
Gene, bastonlar, dayamalar, yıldızlar, dolgu malzemeleri, arayışındayız.
Gene siyasi montajlar, yamalar peşindeyiz.
Gene özgüven eksikliğinin, seçim kaybetme korkusunun azdırdığı o onulmaz yaranın; ezikliğin esiriyiz.
Gene, Goethe’nin ölüm döşeğinde söylediği; “bana biraz ışık verin!” sözlerine benzer şekilde, o rahat koltuklarda oturmak için “bize biraz daha zaman verin!” telaşesindeyiz.
O kadar ki, daha şimdiden, seçim gecesi alınacak olası yenilgiyi perdeleyerek, hemencecik olağan kurultay sürecini başlatıp seçimden sonraki en az 1 yılı daha garanti etmenin ince ayarlarındayız.
Yoruyorsun Kemal Bey, hem kendini, hem Partiyi, hem Türkiye’yi; hepimizi, herkesi yoruyorsun. Bizi “kör kuyulara” götürüp getiriyorsun.
Her sabah bir umutla yataklarından kalkan partilileri, her akşam “turşu” gibi yatmaya gönderiyorsun.
Bu parti size, ne istediniz de vermedi?
Sonuç?
Sonuç yok işte!
Kaldırın önünüzdeki sümenin kapağını, en üstteki belgeyi alın ve basının karşısına çıkın;
“Kendim için değil, önce ülkem sonra partim için örgütün talep ettiği olağan üstü kurultay talebini kabul ediyorum” deyin.
İşte o zaman, sizin ve ekibinizin ağzından düşmeyen “Bahar” gerçekten gelir.
Çiçekler gerçekten açar. 20’ler, 40’lara ulaşır. Şah mat olur. Sizsiz olur ama, olur!
Zaman?
Zaman varmış Kemal Bey. Boş koltuklar önünde sormuştu gazeteciler; “Büyükşehir adayları belli mi?” diye. Bıyıkaltından gülerek daha 5 ay zamanımız var demiştiniz.
5 ayda herşey olur. Ak Parti bile 5 ayda kurulup hop diye atlamıştı iktidara.
Haydi!