ABD başkanlık seçim süreci, pandemi eşliğinde yeni bir safhaya girdi. ABD’nin yeni başkanı, pandeminin sıkıştırdığı koşullardan yararlanılarak, “posta yoluyla” seçildi. Yeni Başkan, partisinin birebir temas edemediği, sosyal medya ve ana akım medyanın yönlendirdiği bir kitlenin sanal gücüyle koltuğu kaptı. Öyle anlaşılıyor ki, ABD’nin global -emperyal de diyebiliriz- şirketleri bu kitleyi kullanarak yeni başkanı “yönetmeyi” kafasına koymuş.
Ancak seçimi kaybeden eski Başkan Trump’ın, ABD demokrasisi için çok çılgın görünen bir hamleyle, partisinden bağımsız olarak destekçilerini sokağa dökmesinin, mobilize etmesinin ve parlamento binasını hallaç pamuğu gibi attırmasının yarattığı kaos, ABD’nin bundan böyle tek parça olarak yönetilemeyeceği bir zemine kaydığını göstermektedir.
ABD’nin cici demokrasisi Trump adlı oportünistten bir “anti kahraman” yaratmıştır ve ABD belirli bir süre bu anti kahramanla birlikte yaşayacaktır. Yeni Başkan Biden, eğer dönemini tamamlayabilirse, önümüzdeki dört seneyi, seçimlerde sanal olarak altettiği Trump’ın, ABD’nin en ücra köşelerine kadar yayılmış “gölge gücüyle” savaşarak geçirecektir. ABD tarihi, beklentilerin aksine tarihteki en zayıf demokrat Başkan profiliyle tanışacaktır. Bu, dünya tarihi için de böyle olacaktır.
Pandeminin salladığı ülkelerden birisi de İngiltere olmuştur. Trump’a benzer bir oportünist olan Boris Johnson da, ABD’yi, kısmen de dünyayı yöneten global çetenin radarındadır. İlk fırsatta alaşağı edilecektir. Önümüzdeki süreçte İngiltere ile ABD’nin kaderi ortaklaşacaktır.
Pandemi, AB projesini de sakatlamıştır. Pandemi sonrasında, AB’nin global oyuncu olma vasfı sona erecek, AB’yi yöneten büyük ülkeler ayrışacaktır. AB’nin küçük ülkeleri bağımsız ülke vasıflarını kaybedecek ve adeta birer “iç sömürge”ye dönüşeceklerdir.
Dünya bütün bu gelişmelere bağlı olarak yeni bir parasal düzene geçecektir. Artık kağıt paralar dönemi sona ermektedir. Dolar ve Avroya bağlı küresel finansal sistemin sıkıştırdığı ülkeler, ödeme biçimlerini hızla “sanal para” üzerinden dijital platformlara taşımaya başlamışlardır. Bu yeni durum, devletler arasındaki borç-alacak ilişkisini sıfırlayacaktır.
Peki bütün bu gelişmeler, ülkemizi ve özellikle de partimizi, CHP’yi nasıl etkileyecektir?
Önce Ülkemize bakalım;
Türkiye, muhalefete hakim olan havanın aksine Pandemi sürecini en az hasarlı yöneten ülkelerden birisidir. Sağlık altyapısı, pandeminin yıkıcı etkilerini göğüsleme kapasitesine sahip olduğunu göstermiştir.
Türkiye, AKP’nin siyasal tercihleri doğrultusunda, pandeminin daha da ağırlaştırdığı ekonomik açmazları, döviz satarak, para basarak, açık ya da gizli sermaye kontrolleri yaparak aşmaya çalışmaktadır.
Pandeminin yanısıra özellikle yurt içinde ve yurtdışında TSK eliyle sürdürülen askeri operasyonların halk nezdinde yarattığı olumlu algıları kullanarak, işsizliğin, halkın günlük geçim sıkıntısının yarattığı baskıları bastırmak için her yolu denemektedir.
Tayyip bey iktidarını sürdürebilmek için devlet yapısında azımsanmayacak değişiklikler yapmış ve devletin temel kurumlarının devamlılığını bozmuştur.
Tayyip bey, Türk tipi başkanlık modelini pekiştirmek için siyasi partiler yasası ile seçim yasasında esaslı değişiklikler yaparak bir sonraki seçimi de kazanmayı planlamaktadır.
Önümüzdeki günlerde Tayyip beyin planının ayrıntılarını göreceğiz. Ama son günlerde yaptığı görüşmelerden anlaşıldığı kadarıyla, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini, yarı başkanlık modeline dönüştürecek bir siyasi zemin oluşturmaya çalışmaktadır. Kemal bey ve arkadaşlarının dostları arasında yer alan sağ siyasi partilerin bu “gel gel” e evet diyecekleri anlaşılmaktadır.
Partimize gelince durum bir hayli kafa karıştırıcıdır. Şöyle ki;
Kemal bey ve arkadaşlarının dünyayı okuma biçimleri yanlıştır. ABD ve AB’den esecek rüzgarların etkisiyle Tayyip beyin zorlanacağını beklemek hayaldir. O rüzgarlar esmeyecektir, hatta muhalefetin uluslararası ölçekte alacağı birtakım -zoraki de diyebiliriz-dış destekler; tam tersine, muhalefeti çökerten fırtınalara yol açacaktır.
Tayyip beyin siyasi partiler yasası ve seçim yasasında yapılacak değişikliklerle küçük partileri ittifak yapamayacak duruma sokacağını görmemek aptallıktır.
O partilere hükm-i şahsiyetlerinden daha çok önem atfetmenin ölümcül bir hata olduğu açıktır.
Demokrasilerde seçimler, iktidara gelmek için yapılır. İktidara gelmek için, sistem değişikliği -buna rejim değişikliği de diyebiliriz- talebinin önşart olarak halkın önüne konulmasının devlet teorisinde yeri yoktur. Halk, yönetme kabiliyetini ispatlamamış, birbiriyle ideolojik uyumu olmayan, farklı ajandaları olan, adeta Bremen mızıkacılarına benzeyen siyasi kadrolara bir de üstüne üstlük rejim değiştirme şansını tanımaz.
Kemal bey ve arkadaşlarının bu cesareti, “göreceli” -buna konjonktürel de diyebiliriz- yerel seçim başarısından aldığı anlaşılmaktadır. Kazanılan belediyelerin İstanbul da dahil, halkı bir sistem değişikliğine evet dedirtecek noktaya yaklaştırması bir yana, tam tersi, belediye başkanlarının yönetme biçimine bakıldığında, daha bu noktada cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin minik bir modeline dönüştüklerini görüyoruz. Eskaza bu başkanlardan birisinin CB seçilmesi durumunda, ilk iş olarak kendilerini adaylaştıran zevatı “kapı dışarı” edeceği açıktır. Hem yakın coğrafyamızdaki ülkelerde, hem de siyasi partiler tarihinde bunun çarpıcı örnekleri vardır.
Kemal bey ve arkadaşlarının yol haritasına uyarsak, genel seçimlere sistem değişikliği ile motive edilen halk, “demokrasiyle taçlanmış cumhuriyet” yerine yeni bir “oportünist” diktatörle tanışacaktır. Tabii hepimiz biliyoruz ki, bu ham hayallerin gerçekle bağlantısı yoktur.
CHP bu körlüğü daha fazla taşıyamaz. Kemal bey ve arkadaşlarının “millet ittifakını” ayakta tutma adına CHP müktesebatından açık ya da gizli; bir sürü taviz vermesine, bu “onursuzluğa” daha fazla müsaade edilemez. Bu yolun sonu CHP’nin tarihe gömülmesidir.
CHP’nin bekası, Kemal bey ve arkadaşlarının encamından -sonundan- daha mühimdir. Bilinmelidir ki, CHP’nin tabanı buna “asla ve kat’a” izin vermeyecektir.
Yapılması gereken, yol yakınken, örgütlerin ve tabanın bu gidişi durduracak adımları atması ve CHP’yi “onurlu” bir iktidara taşıyacak kadroların önünü açmasıdır.
Ve bu olacaktır!
Umut?
Marttan sonra bahar!
Haydi!
Metin Lütfi Baydar