Pandeminin gölgesinde ülkelerini yönetme kolaycılığına kapılan hükümetler, artan maliyetlere, finansman güçlükleriyle birlikte düşen üretimlere ve tedarik zincirindeki kırılmalara daha fazla dayanamadılar ve tabiri caizse birer birer “açıldılar”.
Ancak, dünya emperyalist kapitalist düzenindeki açmazları, pandemiyle birlikte aşmayı planlayan büyük devletler, hem ekonomi hem de siyaset üzerindeki kontrollerini kaybettiler. Dünya tarihi gösteriyorki, bu tür açmazlarda başvurulan en kestirme yol “askeri seçenektir” ve aracı da küresel çapta çıkartılan “paylaşım” savaşlarıdır.
Dünya ilk iki savaşı yaşadı ve 2. Dünya savaşından sonra kurulan dengelerle bugünlere geldi. Görünen o ki, Emperyalist kapitalist sistem bir kez daha küresel krize saplandı. “Amerika geri döndü” mottosu ile dünyaya nizam vermeye çalışan Biden yönetimi, ilk başta kimseden beklediği desteği alamadı. Üstüne üstlük büyük fiyaskolarla yoluna devam etmeye çalıştı. Afganistan meselesi malum. Bu hezimet, ABD’ye güvenen herkesi; uyducuları, mandacıları, sömürgecileri, muhipleri, 5. kol mensuplarını yerle bir ederek tarihteki yerini aldı.
Afganistan fiyaskosunun izlerini silmeye çalışan ABD, bütün -küçük büyük farketmez- savaşlarda olduğu gibi -gene- İngiltere’nin suflörlüğünde yeni bir provakasyonla sahneye çıktı.
Çin’e karşı dünyayı örgütleme hamlesi pek taraftar bulmayınca -bir süreliğine- rota değiştirdi. Batı bloğu ABD’ye tam destek vermiyordu.
ABD, batı bloğunun gövdesini oluşturduğu NATO ve AB ülkelerindeki gevşemeyi ve çözülmeyi; yer yer yükselen muhalefeti durdurmak için bütün dünyayı Ukrayna üzerinden Rusya ile “dalaşmaya” zorladı. Rusya’nın blöf kokan Ukrayna’yı işgal tehdidini aşırı tepkilerle abartarak ve tabiri caizse “gel gel” yaparak gerçek -şimdilik bölgesel- bir savaşa dönüştürdü ve uzun zamandır kurguladığı ve küresel ölçekte örgütlediği kültürel, sosyal, siyasal ve finansal “silahlarla” Rusya’yı kilitledi.
Askeri savaşın sonucu ne olursa olsun, Rusya ve muhtemelen stratejik ortakları, ödemesi ve telafisi bir hayli zor -ağır- bir faturayla karşı karşıya kalacaklardır. Ancak bilinmelidir ki, ABD blok dışındaki temizliği tamamlayabilirse eğer, önce Avrupa’nın küçük ve bir kısmı yapay devletlerinin, sonra da dünya ekonomisinin gerçek büyük aktörü Almanya’nın tepesine çökecektir.
An itibariyle dünyamız, sınırlı ve bölgesel bir askeri savaş üzerinden finans kapitalin örgütlediği ve tamamen “ekonomi politik” silahlara dayalı bir yeni savaşa; 3. Dünya savaşına girmiştir.
Görünen o ki, askeri çatışma kısa sürede sönümlenecek gibi olsa da, finansal çatışma ve bu çatışmanın sonlanması biraz zaman alacak; belki de ABD dahil birçok devlet dağılma ve bölünmeye maruz kalacaktır. tarihsel kökleri olmayan yapay devletler yok olacaktır. O kadar ki, ayakta kalan devletlerin getireceği düzene 4-5 yıldan önce ulaşamayacağız.
Bu arada anti-parantez belirtelim ki, Türkiye de dahil batılı birçok birçok ülkede, hatta Rusya’da bile genel seçimler bir iki yıl “ertelenme” sürprizi ile yüzyüze gelebilir.
Ülkemiz, diğer dünya savaşlarında olduğu gibi bu savaşta da tam odağa oturmuştur.
Birinci dünya savaşında bir imparatorluk kaybedip bir cumhuriyet kazanmıştık. İkinci dünya savaşında sağımızda solumuzda top mermileri uçuşurken tam ortada durup cumhuriyetimizi korumuştuk. Ama, savaş bittiğinde Sovyetler Birliğinden gelen tehditi “olduğundan fazla ciddiye alıp” batı bloğuna ve NATO’nun kucağına atladık.
Özellikle son 10 yılda özellikle PKK ve YPG üzerinden NATO, ABD ve AB ile yaşanan sorunlar, Türkiye’yi görece bağımsız bir yola itti ve kaderin garip cilvesi; bu savaşta da kendimizi, çatışan tarafların ikisine de eşit mesafede neredeyse tam ortasında bulduk.
Türkiye, çok ince bir çizginin üzerindedir ve hata yapmadan yürümek zorundadır. İktidar ve muhalefet olarak çok dikkatli olmak zorundayız. Konjonktür, ülkemizi uluslararası arenada ön sıralara doğru itmektedir ve eğer gelişmeler böyle devam ederse ve iktidar “vahim hatalar” yapmazsa Türkiye bölgesel güç olma vasfını pekiştirecektir.
Peki bütün bunların iç siyasete yansımaları neler olacaktır?
Onu bir sonraki yazıya bırakarak bir ön açıklama yapalım;
CHP Türkiye’nin çimentosudur ve geleceği doğru okumak zorundadır.
Türkiye’nin geleceği tarihsel olarak, -ülkeyi yöneten kişilerden ve partilerden bağımsız olarak- “bölgesel güç” olmaya doğru ivmelenmektedir.
Türkiye’nin geleceğinde hangi ön adla anılırsa anılsın, parlamenter sisteme geri dönüş ihtimali yoktur.
Türkiye gibi “üniter yapısını korumak zorunda olan”ülkelerin yönetim modeli doğru dengelenmiş bir “yarı başkanlık” modelidir.
Hele hele kuvvetler ayrılığını değil, tam tersine kuvvetler birliğini savunan ve dönemsel ve yönetimsel olarak “hibrit” karakterli olan 1921 anayasası hiçbir şekilde günümüze taşınamaz.
Umut? Var!
Yeni dünya, Yeni Türkiye!
Haydi!
Metin Lütfi Baydar
Önceki dönem Aydın Milletvekili