Kaos teorisi işliyor. Ha bitti, ha bitecek derken sisteme yeni bir değişken giriyor ve süreç uzuyor. Anlaşılan o ki, bu dalgalanma yeni bir “düzen”e ulaşacak ve başka bir hikaye başlayacak.
Kaos teorisi, çok değişkenli durumlarda gelişmenin yönünü tayin edebilmek için, küçüklüğüne büyüklüğüne, önemlisine önemsizine bakmadan ve hiçbir sıralama yapmadan bütün unsurları birlikte değerlendirme sistemidir. Bilimsel çalışmalarda yaygın olarak kullanılır. Pratik olarak meteorolojide bu teoriden yararlanılır. Bu teori, 3 ila 7 günlük hava tahmin raporlarında %90’ın üstünde doğrulukta sonuçlara ulaşılmasını sağlar. Daha uzun süreli tahminlerde doğruluk payı düşer.
Kaos teorisi siyasette de kullanılır. Özellikle egemen devletlerin politika yapıcıları, tam kontrol gücünü kaybettikleri anda diğer devletlerin siyasetlerini ve siyasilerini bu teoriden hareketle etki altına alırlar. İstedikleri amaçlara ulaşabilmek için, önce mevcut durumu tespit ederler sonra da bu sistemin canalıcı değişkenleriyle oynayarak yeni bir “düzen” kurarlar. Bunu yaparken de hiçbir şeyin netleşmesine izin vermezler ve ortamı sürekli bir belirsizlik ve öngörülemezlik içinde tutarlar. Yakın tarihe ve çevremize bakarsak emperyalizmin kaos teorisinden yararlanma konusundaki hünerlerini görebiliriz.
Kaos teorisi, yeteneksiz, omurgasız, ilkesiz ve belirli bir ideolojiden yoksun “muhalif” siyasi liderlerin de gözdesidir. Bunların hepsi iktidara ulaşılabilmenin tek seçeneği olarak bu yola saparlar. Çoğu, hatta hiçbirisi kaos sonrası iktidar koltuğuna oturamaz. Herşey yolunda giderse, onların hazırladıkları koltuklara bir oportünist, bir pragmatist, bir çapulcu yerleşir; kısa zamanda diktatörleşir. Herşey yolunda gitmezse, sistem çöker devlet yıkılır. Burada bilinmesi ve asla unutulmaması gereken husus, kaos teorisinin determinist -maddi koşullara dayalı- olduğudur. En ufak bir volantarist -insan iradesine dayalı- müdahalede sistem tamamiyle çöker. Müdahale eden iradenin tasavvur edemediği başka bir “düzen” oluşur.
Türkiye’de bu tehlike var mıdır? Vardır.
Türkiye’de muhalefet, özellikle partimiz CHP’nin yönetimi; Kemal bey ve arkadaşları kaos teorisinden medet uman bir strateji izlemektedir.
Nasıl?
Bakalım;
Kemal bey ve arkadaşları Türkiye’deki iktidar sorununu “tek adam” tanımlamasıyla Tayyip beye kilitleyerek, onun düşmesi halinde herşeyin yoluna gireceğini varsaymaktadır. Hepimizin de buna inanmasını istemektedir.
Kemal bey ve arkadaşları,Tayyip beyin yerine önerilecek kişinin de, “ortalama”, adeta sembolik bir şahsiyet olması gerektiğini kabul ettirmeye çalışmaktadır.
Kemal bey ve arkadaşları ülkenin tepe yönetimindeki bu değişim için CHP’nin tek başına yetersiz olduğunu, ancak CHP’nin öncülüğünde “dostlar” adı altında toplanacak ve demokrasi talebinde birleşecek bir cephenin kurulmasıyla iktidara gelinebileceğini öngörmektedirler.
Kemal bey ve arkadaşları, Tayyip bey alaşağı edildikten sonra da, dostlarla yapılacak bir yazılı protokol çerçevesinde “yeni düzenin” kurulacağını ve ülkenin düze çıkacağını, halkın refaha kavuşacağını iddia etmektedirler.
Kendi içinde gayet tutarlı görünen bu mantık, kaos teorisinde yapılan bir hiledir ve olaylar yukarıdaki sıraya göre cereyan eder de iktidar düşerse, “kazananlar” birbirleriyle uyumlu olmadıkları için sistem çöker ve önce iç çatışmalar çıkar; sonra “devlet” çöker.
Eğer sıralamaya giren olaylar farklı şekilde cereyan eder ve iktidar el değiştirmezse muhalefet darmadağın olur ve en acısı CHP çöker.
Bu sonuca nasıl varıyoruz?
Anlatalım;
Kaos teorisinin kurucusu Lorentz, teorisinin gücünü ölçmek için ilginç bir deney yapmıştır.
Lorentz, kendi teorisini daha da sağlamlaştırmak için üzerinde çalıştığı olaylar, durumlar, nesneler vb. oluşan diziyi baştan değil, orta yerinden, önceki verileri silerek ve yeniden başlatarak parametreleri yuvarladı. Yani kelimenin tam anlamıyla “hile” yaptı.
Evet bir sonuca ulaştı ama sistem dağıldı.
Lorentz, akışa müdahale edildiğinde, ya da değişkenlerden birisinin değeri çok ufak da olsa değiştirildiğinde “istenen”in olmadığını “beklenmeyen”in olduğunu gördü.
Konumuza dönersek, Lorentz’in “hilesi”nin siyasi karşılığını bulabiliriz.
Şöyle ki;
Kemal bey ve arkadaşları da siyasi olarak aynen Lorentz gibi bir “hile” yaptılar.
Yerel seçimlerde CHP’yi bütün müktesebatından uzaklaştırarak, dostlar üzerinden çok ortaklı bir iktidar söylemi geliştirdiler ve siyasetin parametrelerini suni bir şekilde değiştirdiler.
Elde edilen kısmi başarıyla genel iktidarı ele geçirmek; daha doğrusu Tayyip beyi alaşağı etmek için, sistemi rezonansa -yıkıcı salınım- sokmaya dönük atraksiyonlara yöneldiler.
Ama Tayyip bey direndi, iç ve dış politikada atağa geçti.
Hiç hesapta olmayan Covid 19 pandemisi ve dünya ekonomik krizi patladı ve istenen - kısa zamanda iktidar değişikliği- olmadı.
Yerel seçimin arkasına genel seçimi takamadığımız gibi CHP’li belediyeler, pandemi ve siyasi iktidarın çapraz ateşi arasında kaldılar ve kaosun kucağına düştüler. Belediyelerin “düzeni” dağıldı ve iktidar “yeni bir düzen” kurmak için kolları sıvadı.
Görünen o ki, partimiz iktidarı ele geçirme sürecinde giderek en dış halkaya itilecektir. Kemal bey ve arkadaşları, Partinin dikkatini sürekli tali konulara çekerek zaman kazanmaya çalışmayı ve hayal tacirliği yapmayı bir kenara bırakmalılar.
Peki Kemal bey ve arkadaşlarını bütün yanlışlarına rağmen bu kadar özgüvenli kılan şey nedir?
Net cevap, parti içi özeleştiri kültüründen yoksun olmaktır. Kemal bey özeleştiriyi, sadece parti dışındakilere ve özellikle sağcılara yapmıştır. Onların tamamı da, parti müktesebatına aykırıdır ve “durumsal olarak” çarpıtmalardan ibarettir.
Bunu da en yakıcı konumuz olan “Enis Berberoğlu davası” üzerinden açıklayabiliriz.
Önce olaya bakalım;
Enis Berberoğlu partilimizdir ve Kemal bey yönetiminde yer almıştır.
MİT tırları davasına konu olan bilgi ve belgelerden Kemal beyin ve MYK üyelerinin haberi vardır ve Enis Berberoğlu Kemal beyin bilgisi dahilinde sözkonusu belgelerin bir günlük gazetede yayınlanması için çaba harcamıştır.
Belgelerden bir kısmının muhtevası TCK’nın tanımladığı suçlar kapsamına girmektedir ve haber olarak yayınlayan gazeteci, - açıkça tarif ederek- Enis Berberoğlu’nu kaynak olarak göstermiştir.
Bu ihbar üzerine Enis Berberoğlu hakkında soruşturma açılmış ve yargılanması için fezleke düzenlenip TBMM’ye gönderilmiştir.
Ezcümle, Enis arkadaşımız yargılanmış, hüküm giymiş ve milletvekilliği elinden alınmıştır. En önemlisi ömrünün bir bölümü çalınmıştır.
Bu süreçte Kemal beyden beklenen klas hareket, Enis Berberoğlu’ na o belgeleri kendisinin verdiğini ve sorumluluğun kendisine ait olduğunu açıklamasıydı. Lider kumaşına yakışan hareket buydu. O bunu yapmak yerine, “vicdanını rahatlatmak” için yollara düştü.
Şimdi gelelim yanlışlara ve özeleştiri zorunluluğu olan kişilere ve konulara.
Sırayla sayalım;
Enis Berberoğlu’nun ketenpereye getirilip yargılanacağı gün gibi ortadayken milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması için anayasa değişikliği yapılmasına evet denilmesi tam bir siyasi körlüktür ve sorumlusu Kemal beydir. Özeleştiri yapması ve bu konuda açık seçik hesap vermesi şarttır.
Anayasa değişikliğine madem evet dediniz, değişiklik metnini okuyup ilerideki durumları kapsayan o muğlak “dosyalar” ifadesini göremeyen o zamanki gurup başkanvekilleri de sorumludur ve özeleştiri yapmaları yetmez, görevden çekilmeleri şarttır.
Hadi bunu da atladınız, infaz indirimi yasası görüşmelerinde gerçek bir partili gibi davranıp iktidarla çatır çatır pazarlıkla Enis Berberoğlu’nun yargılamasını durduracak hükümleri yasaya koydurabilirdiniz. Dava arkadaşını kurtarmak içim partili olmanın sorumluluğu alınmalıydı. Bu bir partili olarak görev ihmalidir ve Kemal beyle birlikte bütün MYK sorumludur ve bu konuda da özeleştiri şarttır.
Hadi bunu da atladınız, iktidarın HDP ile CHP’yi aynı kaba koyacak bir fırsatı bulduğunda herhangi bir HDP’lininki ile Enis Berberoğlu hakkında verilen hükmün TBMM’de birlikte okunabileceğini kestiremeyecek kadar körleşen gurup yönetiminin bir dakika bile orada durmaması ve tabii ki özeleştiri yapmaları şarttır. Bir de bu beylerin asıl işi iktidardan gelecek bu tür salvoları zamanından önce haber alıp bertaraf etmekti ki, kifayetsizliğin şahikasını sergilediler.
Kemal bey ve arkadaşlarının, işler bu noktaya gelmişken hala demagojiyle karışık ajitasyon yapmaya devam etmeleri her türlü izahtan uzaktır.
Anadolu’da bir deyim vardır. “Çarşı karıştığında kim bağırarak konuşuyorsa suçun büyüğü ondadır.” Kemal beyi hatalarıyla yüzleştirmenin zamanı geldi. Yoksa, yönetimdeki bu “demans” hali, bu sebepsiz “özgüven” CHP’yi yokedecek.
Ülkenin erken seçiminden önce, CHP’nin son on yılı için kapsamlı bir özeleştiriye; şöyle esaslı bir olağanüstü kurultaya ihtiyacı var.
CHP ancak ondan sonra tek başına iktidar proğramı yapabilir.
Umut?
Artık değişim zamanı!
Haydi! Metin Lütfi Baydar